HOCAM; SAKIZ ÇİĞNEMEK ORUCU BOZAR MI?
Ters giden birşeyler varsa, mevcut ve rutin duruşlarla zaman öldüremezsiniz.
Genel bir doğrudur: “Hep aynı şeyleri yaparak, farklı bir sonuç alamazsınız.”
Birşeyler ters gidiyorsa, birşeyleri de değiştirmek gerekir.
Birşeyler ters giderken, bunun için hiç birşey yapmıyorsanız birşeylerin neden ters gittiğine şaşıramazsınız.
İşte hiç bir işe yaramayan ve değişmeyen alışkanlıklarımızdan bazıları:
İşimizi yapmak varken, tribüne oynuyoruz.
Eğitim öğrenim yapmak için değil, iyi not almak için çalışıyoruz.
Mesaimizi en verimli haliyle tamamlamak yerine, bütün gün saatin beş olmasını bekliyoruz.
Vatan millet sevdası üzerine etkili nutuklar atarken, taş üstüne taş koymaya üşeniyoruz.
Dışarıda başkalarına karşı anne babaya saygıyı ve hürmeti savunur görünürken, eve gittiğimizde onları yok sayıyoruz.
Hatta onlar bir anda hayatımızdan çekildiğinde, hiç hakkımız yokken iç geçiriyor, ağlayıp zırlıyoruz.
Dostluk, arkadaşlık, vefa, sadakat edebiyatı yapıyoruz ama işimiz düşmezse kimseleri arayıp sormuyoruz.
Bire birken başka, toplum içindeyken başka duruşlar sergiliyoruz.
Makam-mevkii ya da para-pula hürmette kusur etmezken, bunlardan yoksun olanları “yok” hükmünde görüyoruz.
Hedefe giden yolda öpmediğimiz el-etek kalmıyor ancak istediğimizi aldığımızda “babamızı bile tanımıyoruz”.
Onu bunu çekiştirme hakkını her nedense kendimizde bulurken, başkalarının hakkımızda bir kelime bile konuşmasına tahammül edemiyoruz.
Seçimden önce gülücükler saçtığımız, her tür cilveyi ve sıcaklığı gösterdiğimiz sıradan insanlara seçimden sonra kapıları kapatıyoruz.
Öptüğümüz ve koklaştığımız insanlardan fersah fersah kaçmanın yollarını arıyoruz.
Bu gerekçeyle telefonlarımız hep meşgul, hep seyahatteyiz, hep görüşmedeyiz, hep toplantıdayız.
Ülkeye ve ülke insanına hizmeti düşünmek varken, memursak amiri, siyasetçiysek başkanı, milletvekilini, genel başkanı daha fazla önemsiyoruz.
Bize oy ve yetki veren halkımızın karşısında eğilmek yerine, Ankara’daki büyüklerimizin önünde ceketimizi hep ilikli tutuyoruz.
Siyasi rotamızı, büyüklerimizin iki dudağı arasından çıkacak sözlere göre belirliyoruz.
Halk olarak önce seçip görev veriyoruz, sonra da yaylım ateşine tutuyoruz.
Gazetelerin sadece başlıklarına bakarak edindiğimiz bilgilerle(!) ülke yönetimi konusunda akıl satıyoruz.
Bu aklı satarken hem bağırıyoruz, hem de boş ve çok konuşuyoruz.
Söylediklerimize hak verildiğinde “havalara girerken”, karşıt görüş geldiğinde bir anda hırçınlaşıyoruz.
Hırçınlaşıp saldırıya geçtiğimizde haklı olacağımızı zannediyoruz.
Birileri bilim, sanat, spor sac ayağında yükselirken biz, bu üç olguya da sırtımızı dönüyoruz.
Hatta bölgemizde bir kaymakamın, kültür-sanatı kastederek; “Devletin parasını böyle işler için çar-çur edemem” tarzındaki talihsiz ve bir o kadar vizyondan yoksun acınası halini görüyoruz.
“Gavurun” ticari mallarını boykot etmeyi salık verirken bile, yine onların ürettiği teknolojileri kullanmanın yaman çelişkisini yaşıyoruz.
Kuşkusuz din, toplumların kültürel yapılanmasında önemli bir yer tutar.
Buna rağmen bilim, sanat, spor konularına uzak kaldığımız yetmiyormuş gibi, dini öğrenmede geldiğimiz nokta; “Hocam; sakız çiğnemek orucu bozar mı?” seviyesindedir.
Örnekleri çoğaltmak mümkün...
Sadece bu örneklere bakarak da olsa, bir kaç asırdır hep aynı şeyleri yaptığımız inkar edilemeyecektir.
Oysa aynı şeyleri yaparak olumlu sonuçlar alınamayacağını dünya-alem öğrendi.
Bunu öğrenmeyen bir tek biz kaldık.
Terörden, eğitimden, ekonomiden, diplomasiden, sağlıktan, gelir dağılımından önce işte bu sorgulanmalı... HOŞÇAKALIN