BASIN TOPLANTISI YAPMAYI BECEREMİYORUZ
Başyazarımız Ferudun Cumhur Altuntaş’ın geçen sayıdaki yazısını okuyunca bazı şeyleri düşünmeden edemedim.
Sn Enver Yılmaz’ın ve Sn Hüseyin Anlayan’ın düzenlediği basın toplantısını ele almış...
Ve insanı yormayan bir dille toplantının kritiğini yapmış...
Elbette Ferudun abinin yazısını burada özetleyecek değilim...
Daha çok yerelde yapılan basın toplantılarının usulü hakkında bir kaç söz etmek isterim.
Buna rağmen söz konusu yazıda...
Sn Enver Yılmaz’ın, Sn Hüseyin Anlayan’a toplantı boyunca “Hüseyin” şeklinde hitap etmesi...
Ayrıca Yılmaz’ın; “Basının takip edeceği iki konu var. Bunlardan biri çevre yolu, diğeri de fakülteler...” diyerek basına yön vermesi...
Sn Kurtulmuş ve Sn Şener’le ilişkilerin anlatıldığı, 2017’ye ait projelerin ele alındığı toplantının sonunda; “Sorusu olan var mı?” denmesi...
Gibi konular benim için dikkat çekiciydi.
Hasbelkader yerel basının içinde biri olarak yıllardır yerel yöneticilerin ya da milletvekillerinin basın toplantılarına gider gelirim.
Ancak katıldığım ilk basın toplantısından bu yana hayal ettiklerimle, yaşadıklarım arasında hep büyük bir uçurum olmuştur.
Hayal ettiğim şudur:
Olay yerinde toplanılacak...
Hoş beş yapılacak...
Yemeğe geçilecek...
Yemek sırasında güzel sohbetler olacak...
Sonra basın toplantısı...
Konuşmacı, konuşmasını yapacak...
Ve soru bölümüne geçilecek...
Nezaket kuralları içinde isteyen istediğini soracak...
Verilen cevaplar tatmin edici olur veya olmaz...
Ama gazetecinin içinde hiç bir soru kalmayacak...
Sonra da, orada olanı biteni gazetesinde yazıp çizecek...
Ama öyle olmuyor.
Çünkü yaşadığım da şudur:
Olay yerinde toplanılır.
Karşılaşma ve yemek sırasında samimi olanlar, kendi aralarında koyu bir sohbete koyulur.
Samimi olmayanlar garip garip oturur.
Basın toplantısına geçilir.
Konuşmacı, hazırlıklı geldiği için çıkınında her ne varsa sonuna kadar anlatır.
Bu konuşmaların bazen üç saat sürdüğü olur.
O esnada gazeteci, bir yandan konuşmayı dinler ve not alırken, diğer yandan soru bölümünde ne soracağını kafasından geçirir.
Üç saatin sonunda konuşmacı; “Sorusu olan var mı arkadaşlar?” der...
Der ama o beklenen sorular ya hep eksik sorulur, ya da hiç sorulamaz.
Bunun iki gerekçesi vardır.
Konuşmacı, başka bir programa ya da randevuya yetişecektir.
Dolayısıyla anlayış beklenir.
Bazen de konuşmacı yüz ifadeleriyle, vücut diliyle başka soru istemediği mesajını verir.
Ve müsaade istedikten sonra vedalaşır gider.
Gittikten sonra basın mensubu, kafasındaki şu soruyla yapayalnız kalır:
“Arkadaş; ben seni üç saat boyunca oturup dinledim. Ama sen, sorularım için neden bana zaman ayırmıyorsun?”
Basın toplantılarını bu şekilde yapanlar beni yanlış anlamasınlar ama böyle bir toplantının anlamı şudur: “Sen boş ver soruları... Benim anlattıklarımı yaz, yeter.”
Madem sadece konuşmalarını yazacağız, o halde konuşma metinlerini gönderin gazetelere, hiç yorulmayın.
Basını da yormayın.
Böylece; hep bahane ettiğiniz bir başka toplantıya da zaman kalmış olur.
Basın toplantısı yapıyormuş gibi yapmanın anlamı ne?
HOŞÇAKALIN