KUTUPLŞAMALARLA 1 KASIM'A GİDİYORUZ
Terör başta olmak üzere hayati sorunlarımızın gölgesinde 1 Kasım seçimlerine gidiyoruz.
Sorunlar, tartışmaları da beraberinde getiriyor.
Bu konuda bile bariz bir kutuplaşma var.
O kutuplaşma ki; ülkenin en son ihtiyacı olan şey…
Birinci kutup, iktidar çevresinde oluştu.
Savunulan şey şu:
Hiçbir muhalif parti koalisyona yanaşmadı.
Buna göre Bahçeli zaten “hayır”cıydı…
CHP’ninse şartları ağırdı.
Yüzde kırk bir oy almış bir partiye karşı bu kadar ağır şartlar ileri sürülemezdi.
O yüzden de fedakârlık yapılması gerekiyordu.
Buna karşın ikinci kutup ne diyordu?
Koalisyona asıl izin vermeyen Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’dı.
CHP ve MHP’nin öne sürdüğü şartlar zaten olması gerekenlerdi.
Kimsenin “hayır” diyemeyeceği maddelerdi.
Üstelik Erdoğan; 7 Haziran seçim sonuçlarını beğenmediği için 1 Kasım seçimlerini istemişti.
Dolayısıyla Pazar günkü seçim, keyfi bir seçimdi.
Aşağı yukarı kutuplaşmaların ana tablosu bu…
Bir kutuplaşma da terör konusunda yaşıyoruz.
Çözüm sürecinde olmayan terör, 7 Haziran seçimlerinin hemen ardından neden hortlamıştı?
İktidar çevresinin oluşturduğu kutup, bu duruma şöyle bir açıklık getirdi:
Küresel güçler ve onların Türkiye’deki uzantıları, güçlü bir Türkiye istemiyordu.
Dolayısıyla Ak Parti’nin 13 yıldır yaptığı hamleler, birilerinin gözünü korkutuyordu.
Gezi ve 17-25 Aralık olayları da bu sürecin bir parçasıydı.
Zira 7 Haziran öncesinde hükümet; “İstanbul’a 3. Havalimanı, 3. Köprü, Kanal İstanbul yapıyoruz.” diyordu.
Türkiye’yi bir tık yukarı taşıyacak bu ve benzer hamleler istenmiyordu.
Bütün bunlar istenmediği için terör belasıyla hizaya getirilmeye çalışılıyordu.
Daha doğrusu büyük oyunların oynandığı “büyük resmi” görmek gerekiyordu.
İkinci kutupsa bunun tam tersini düşünüyordu.
Şimdiye kadar her fırsatta “mağdur edebiyatı ya da politikasıyla” iktidarda kalan Ak Parti, düşüşte olan oylarını terör marifetiyle yeniden canlandıracaktı.
Hükümet, “derin devlet” eliyle terörü yeniden hortlattı. Bundan umulan şey de istikrarsızlıkla korkutulan vatandaşın, yeniden Ak Parti’ye yüklenmesini sağlamaktı.
Ekonomide olumsuza doğru seyreden rakamlarsa, süreci hızlandıracaktı.
Zira vatandaş karanlıkta geçen doksanlı yıllara yeniden dönüş yapmak istemiyordu.
Velhasıl Ak Parti, iki seçim arasında izlediği siyasetle Türk halkına; “Tek başına iktidara gelemezsek, ülkenin içine düşeceği durumu görün.” mesajı veriyordu.
Asıl korku da, yolsuzlukların ucunun en tepe noktalara kadar varacak olmasıydı.
Bir diğer kutuplaşmaysa, terör örgütüne yakınlaşma polemiğinde yaşandı. Yine iktidar çevrelerine göre cemaatçısı, ulusalcısı, sosyal demokratı, Doğan medyası, milliyetçisi ve hatta bürokrasideki iş birlikçiler; sırf Ak Parti’yi iktidardan düşürme ve Erdoğan düşmanlığı etrafında kenetlenmişlerdi.
Bu yüzden de teröre destek veriyorlardı.
Ama bu sayede “Erdoğan’ı düşürelim” derken ülkenin kaderiyle oynanıyordu.
Bu noktada vatandaşın uyanık olması gerekiyordu.
Bu suçlamalara hedef olan ikinci kutbun tezi de şu yöndeydi:
Teröre asıl destek veren ve onun yanında yer alan Ak Parti’nin ta kendisiydi.
Oslo’da, Dolmabahçe’de örgütle görüşen ve gizli pazarlıklar yapan kimdi?
Bebek Katili’yle kim görüştü?
Bu ülkeye Habur rezaletini kim yaşattı?
Ve daha bir yığın kutuplaşmalar…
Kutuplaşmaların sonu gelmiyor ne yazık ki…
Bu güne kadar herkes siyasetini yapıp, kendi kurduğu “oyunu” oynadı.
Pazar günü de vatandaş “oyunu” kullanacak.
Sizin anlayacağınız oyun içinde oyun var.
Şunun şurasında pazara ne kaldı ki?
HOŞÇAKALIN