DEPREM
Dünya sanki yaşanılır bir yer olmaktan uzaklaşıyor gitgide, sanki bir acıdan diğerine savruluyo insanlar. Yaşamın içinde süregiden, insana dair olan her şey, bir parça acıtırken insanın canını, doğadan gelen asıl yıkımlar son darbeyi vuruyor.
Doğal olan afetler bir anda, birkaç saniyede yerle bir ediyor tüm hayatı. Elimizde avucumuzda ne biriktirdiysek, ne sakladıysak onca sene, hepsini bir anda kaybedebiliyoruz. Mal mülk telaşı kalmıyor o anda, sadece varlığımız ve sevdiklerimiz oluyor bizi hayatta tutan.
Ülkemizde yaşanan son depremle, hayata ve ölüme ne denli hazırlıksız yakalandığımızın ayrımına bir kez daha varmış olduk. Van’da yaşanan depremle, yüzlerce insan 25 saniye içinde hayatını kaybetti. Kendilerini en çok güvende hissettikleri mekanda, kendi evlerinde hayatları son buldu.
Şunu biliyoruz ki, ülkemiz deprem kuşağındadır ve doğal afetler bazen ne yaparsan yap, kaçınılmaz olarak hayatını sonlandırabilir. Tüm tedbirleri almış olsak bile, elimizden bir şey gelmeyeceği anlar olabilir. Tıpkı Japonyada’ki deprem sonrası oluşan tsunami felaketi gibi. Fakat hayatımızı, tamamen doğal afetleri yadsıyarak, hiçbirşey olmayacak mantığıyla yaşamak da doğal afetlerin faturasını çok ağır ödetir bizlere.
Van’ın Gedikbulak köyünde, köyün 1952 yılında yapılan en eski okulunun sapasağlam ayakta kalıp, 1988 yılında yapılan yeni okulunun yerle bir olması çok düşündürücüdür. Aynı mekanda, aynı doğal afetle karşılaşan iki ayrı binanın, biri hiç zarar görmezken, diğeri yerle bir oluyorsa, burada insan hatası aramak yanlış olmasa gerek.
Malzemeden çalmak, demiri çimentoyu doğru dürüst kullanmamak, kolonları kesmek, mimari kurallara riayet etmemek, depremi hiç hesaba katmamak, daha fazla kazanmak ve daha çok bina yapmak amaç oluyorsa ve insanların vicdanları en ufak yara almıyorsa; bu olanlar kaçınılmazdır.
Devletin yerel ve ulusal birimleri insan eli ürünü olan binaları doğru dürüst denetlemiyorsa, her önüne gelen, eğitimli eğitimsiz müteahhit olabiliyorsa, müteahhitlik mesleği, belli bir donanımı gerektirmeden, öylesine yapılan bir meslek halini almışsa, ve dağı taşı her yeri elbirliğiyle binalarla donatmak, büyük bir meziyet ahalini almışsa yapacak bir şey yok.
Ülkemizde şehirleşme, şehir planlama, bölge planlama, yerleşik hayatın kurallarına riayet etme, hiç mi hiç gelişmemişse, tarihi dokuyu, yerel dokuyu, doğal hayatı her fırsatta bozmak için insanlar adeta yarışıyorsa ve buna bizzat, devletin kurumları aracılık edip, göz yumuyorsa işimiz zor demektir.
Şöyle bir etrafınıza bakın, bizim yaşadığımız şehirde binaların yerleşimine, kat sayısına, yapılışına, yerleşim planına, ne demek istediğimi anlarsınız. Yani uzaklara gitmeye gerek yok. Hep birileri daha çok kazansın, hep kazansın mantığıyla, ne doğal olanı, ne yaşam alanlarını korumadan ve işimize geldiği gibi davranıyorsak, doğanın da bize karşı, aynı acımasızlıkla yanıt vereceği aşikardır.
Sayın Başbakan ruhsatsız binaları yıkacağız demiş, ruhsatı olanların her şeye uygun olduğu ne malum, neye göre, kim neyi denetliyor belli değil, asıl önemli olan denetimsizlik ve plansızlık. Her yer taş duvar, oluyor ve kimse sesini çıkarmıyorsa, ruhsatını da bir şekilde planlara uyduruyorsa ne olacak asıl mesele burada.
Depremde yakınlarını kaybeden herkese başsağlığı diler, ve ölenlere Allah’tan Rahmet dilerim, kederinizi, acınızı derinden paylaşıyorum…