KOLTUK SEVDASI
Memleketimiz öyle bir hal aldı ki, bürokrasinin koltuğuna oturan bir türlü kalkmak bilmiyor. Günlerdir ÖSYM skandalı ile her yer çalkalanıyor, şifre iddiaları, soruşturmalar, ardından yeni bir skandal derken, malum kurumun başkanı yerinden kıpırdamıyor. Sessiz sedasız, sehven yapılan hatalardan bahsediyor. Sehven de olsa, böyle üst üste yaşanan ve binlerce gencin hayatını etkileyecek bir sınav hatası, öyle sessizce koltuğunda kalmanı gerektirir bir hata olmasa gerek. Öyle ya, gençlerin geleceği sözkonusu, her yerde yürüyüşler eylemler yapılmakta ve sınavlara zerre kadar güven kalmamış durumda.
Sayın Başkan belki soruşturmanın akıbetini bekliyor olabilir de, bunu istifa ettikten sonra yapsa, daha vakur bir duruş sergilemez mi acaba. Ya da ben bu işi yapamıyorum, yapanlara devretmeli, benim yeteneğim buna uygun değil deyiverse ve kendi isteğiyle şu koltuğu bir bırakıverse. Ama olmuyor bir türlü, halen savcıya soruyor, ‘sınav iptal olur mu diye’ ve orada kalmaya, yeni sınavlar yapmaya aday görüyor kendini.
Aslında bu sadece ÖSYM Başkanının yaptığı bir iş değil, bu zamana kadar hangi kurumda işler sarpa sarsa, yolsuzluk iddiaları, skandallar ya da işin gerektirdiği özeni yapamama sonucu oluşan zararlar söz konusu olsa, aynı şey oluyor. O kurumun başkanı koltuğuna sıkıca yapışıyor ve o koltuk ne kadar sallansa, düşüremiyorlar bir türlü. Adeta koltuklar ve insanlar bütünleşiyorlar, aslolan görev değil, koltuk oluveriyor. Böyle olunca da hiç kimse yaptığı işin sorumluluğunu alıp, hesap vermiyor, hep başkaları oluyor hataların sorumlusu. Bu gelenek devletin en üst düzey yetkilisinden, başlayıp bütün kurumlara sıçrıyor.
Öyle ya, yıllardır iktidarda olan bir parti başkanı ya da yetkilisi bile olumsuzlukları hep başkasına yükleyip, oluşan zararların yükünü başkalarına atıyor. İyi olanın muhatabı olup, kötü olandan haberi olmuyor. Halen mağdur, halen muhalif oluyor. Onca yıl düzeltemediklerinde kendini değil, diğerlerini sorumlu tutuyor. Yapacaklarını daha yeni seçilecek bir yönetim edasında sıralıyor. Halkın ses çıkardıklarına, karşı çıktıklarına ya kulaklarını tıkıyor, ya da onları oyun bozan olarak addediyor.
Ülkemiz son yıllarda öyle bir hal aldı ki, insani değerlerin yok olması, suç teşkil eden eylemlere bile dönüşse, sessizce unutulup üzerine gidilmiyor. Değerlerin çiğnendiği her mekanda, yapılan yeni bir bina, yeni bir taş duvar, sanki oraları temizliyor. Daha çok bina ile örtüyorlar alavere dalavereleri, daha fazla yapılaşmayla, çimento ve harçla üzerini kapatıyorlar yolsuzlukların. Ne kadar çok bina, o kadar çok görülmeyen insani değerler oluveriyor. Şehirlere yeni şehirler ekleyerek, oralara yeni insanlar getirerek; eskide kalan yarım kalmışlıkları, arızaları tamir ettiklerini sanıyorlar. Oysa üzerini örtmekle ve çakıl taşlarıyla kapatmakla bitmiyor ne yolsuzluklar ne kirlilikler. Daha fazla çimento, daha fazla kum, daha fazla taşlaşmış insan yüreğiyle baş başa bırakıyor bizi. Bir de daha fazla koltuk sevdalısı kaplıyor dört bir yanı, yaptığı işin öneminden habersiz, ne dediği belirsiz, sevdalılar…