KİSKİ MAHMUT SİYASET SEZONUNU AÇTI
“ MURAT HAZİNEDAR’I DESTEKLİYORUZ”
Geçen gün yanıma geldi. Üzgün bir yüz ifadesi vardı! “ Beco, bu seçimde kimi destekleyeceğiz?” dedi. Ben de hiç duraksamadan MURAT HAZİNEDAR’ı dedim. Ay İnanmıyorum! Ben de senden bunu duymak istiyordum dedi. Murat, biz 1973’de Meydan Taksi’de taksicilik yaparken 4 - 5 yaşlarında hiperaktif bir çocuktu. Şimdi 41 yaşına geldi hala hiperaktif hala heyecanlı. Hem Ecz. İlhan ablamızın emaneti. Genç, güleryüzlü, terbiyeli, yakışıklı, kariyer sahibi delikanlı, bu seçimlerde fırtına gibi esecek. Bundan iyisi Şam’da kayısı dedim.
Ve Mahmut’a bir fıkra anlattım. Bir berberle bir oduncu sıkı arkadaşmış. ( Yeni otobüs şoförlerinin deyimiyle onbirli ) Oduncu sırtında odunla ormandan gelirken berberle karşılaşmışlar. Berber sırtında ne var? demiş. Oduncu, odun! demiş. Berber de ben sana kodum!!! demiş. Oduncu çok üzülmüş, içine dert olmuş. Ertesi gün berberin dükkanına girmiş. Berbere elinde ne var? demiş. Berber makas! demiş. Oduncu hemen yapıştırmış. Ben sana kodum!!! Berber sakin bir şekilde ama uymadı demiş. Oduncu; Uysada kodum, uymasa da kodum demiş.
Kiskos kardeş bu seçimde AKP uysa da koyacak uymasa da!!! Onun için kıvırtmaya gerek yok. ( Biz efe adamız, efeler kıvırtmaz.)
Benim bu açıklamam mahmut’u coşturdu. Arabamla peşinde gezeceğim dedi. Sakın dedim. O arabayla konvoyda gitme Murat’a oy kaybettirirsin dedim. Arabasını biliyorum. Dört tarafı çürümüş, lastikleri sönmüş. Polonya devleti yıkıldı, o hala jant üzerinde duruyor!! Aman mahmut! Bu arabayla Murat’ın konvoyuna girme dedim.
Sağolsun kabul etti.
GÜNÜMÜZDE SEÇİM ŞEKLİ
Siyaset benim hayatımda önemli yer tutmaz ama biliyorum. Birileri “ seçilemeyeceğimi ben de biliyorum ama ileride faydası olur “diyor. Bazılarına ise o devirde şans vuruyor. Mesela Başbakan Erdoğan futbolcuyken forvet oynamış. Forvette oynayan emekli futbolculara gün doğdu. Hakan Şükür kesin AKP adayı, Hasan Saş CHP adayı. Saffet Sancaklı diğerden aday. Civil İsmet yaşasaydı kesin AKP’den birinci sırayı alırdı. Unutmayalım fortik Kadir de sıralamada olurdu. Çıkık Mahmut, Tanju Çolak gibi müracaat zamanını geçirmiş Çilloş Alaattin ( sönmez) orta sahada oynadığı için sıralamadaki şansını kaybetti. Durum bu.
Dikkatimi çeken şey, hiçbir parti meclise milletvekili seçerken, adamın bilgisine, devlet adamlığına bakmıyor. Seçtiği adamın toplumdaki popülerliğine bakıyor. Yarın meclise gelecekler. 5 yıl orada konu mankeni gibi yapılacaklardan bihaber duracaklar. Bir koyun teslimiyeti ile herşeye parmak kaldıracaklar deyip konuyu bağlıyalım!!!
Koyunlar, kesimhaneye gelince kan kokusundan kesileceklerini hissederler. Tedirgin halleri vardır. Kesimhaneye girmezler. Koyun tabiatını kasaplar iyi bildiği için ( koyunun biri uçurumdan atlasa, bütün sürü peşinden atlar. ) onların yetiştirdiği KÖSEMEN denen koyun en başa geçer kesimhaneye girer. Peşinden bütün sürü kesimhaneye girer ve kesimhanenin kapıları kapatılır. Kösemen arka kapıdan çıkarılır. İçeride kıyım başlar! Günümüzde seçimlerde layık olanları seçmiyoruz da hepimiz kösemenin peşine takılmayı seçiyoruz!!!
SÖZ DİNLEMEZ ORMANCI YIKAR MASAYI
Hukuk Fakültesini bitirenlerin cevval, atılgan olanları avukat olurmuş. İçine kapanık, verilene razı olanı savcı veya hakim olurmuş! ( Ben ortaokulu 6 yılda bitirdiğim için bilmem ) Öyle der hukuk mezunlarının avukat olanları. Bu genç avukatlar hayata atıldıktan sonra 15- 20 yıl içerisinde hatırı sayılır bir servetin sahibi olurlar. ( devlet memuru savcıya göre )
Maaşa razı olan hukuk fakültesi mezunu savcı Pötürge savcı yardımcılığından işe başlar, 20 yıl sonra ağır cezaya veya yüksek yargıda başsavcı olur. Devletin gücünü de ardına aldığında parası çok olan avukatlara hendek atlatırlar. Yani “ Söz dinlemez ormancı, yıkar masayı” moduna geçerler.
Bugün piyasada söz dinlemez ormancı modunda olan Zekeriya Öz’dür. Karadeniz’in hırçın dalgalarının kıyıyı alt üst etmesi gibi insanların üzerine geldi. Ben diyeyim 12 siz deyin 13 dalgada deniz kıyısında ne amiral ne general ne gazeteci bıraktı. Alayını denizin karanlık sularına çekti. Yıllar önceki en ufak kıpraşmanın hesabını soruyor. Efendim, toprağın altında mühimmat bulunmuş. O arazide falanca yüzbaşı geziniyordu. Şüphelidir. Atın içeri!!!
Geçtiğimiz yıllarda da bu işi askerler yapardı.
1960 ihtilali. 12 Mart- 12 Eylül - 28 Şubat E posta gibi olaylarla askerler bakan, başbakan demediler içeri attılar. Suçluymuş, suçsuzmuş ayrışana kadar millet zindanlarda acı çekti. O zaman askerler “ SÖZ DİNLEMEZ ORMANCI YIKAR MASAYI “ modundaydılar. Bugün hukukçular güçlendi. Şimdi onlar dalga dalga geliyorlar. Şuan onlar SÖZ DİNLEMEZ ORMANCI. Ben şehir çocuğuyum ormandan anlamam. Benim için sülükgölünden aşağı Kasımpaşa. Ama birgün şöyle bir gelişme olur mu?
Yıllar önce Mutki’de insanlar öldürülmüş, ölüleri çöplüğe atılmıştı. O ölülerin kemikleri geçen gün çöplükten iş makinesi yardımıyla çıkarıldı. O adamlar öldürülürken Mutki savcısı Zekeriya Öz’dü. (Şevket Kazan dedi.) Acaba onun yaptığı suçlamalar gibi Zekeriya Öz hakkında da suçlamalar yapılacak mı? Bu yazdıklarımı ben bilmem. Bana Erkek Selami anlattı. Suçsa sorumlusu odur.
ALİ BEY’DEN ( ÇEBİ) ALENEN ÖZÜR DİLERİM
Geçen haftaki yazımda Ali Bey’in babasının adını sehven yanlış yazmışım. Gömlekçi Cevat değil. Gömlekçi Hüseyin olarak düzeltiyorum. O günlerin şık giyinen delikanlıları bir mağazaya gidip, şu gömleği ver diyemezdi. Gömlekçi Hüseyin abiye ölçü verilir, gömlek diktirilirdi. Giydikten sonra da Hüseyin Çebi’ye diktirdim diyerek hava atılırdı. çünkü O BİR MARKAYDI.
Ayakkabı da öyleydi. Bir mağazaya gidip bana TOGO marka ayakkabı ver diyemezdin. Ama eş değer kalitedeki ayakkabıyı Hilmi Usta yapardı. O da bir MARKAYDI.
Hilmi usta’ya gidersin, bir kartonun üzerine basarsın. Hilmi usta kalemle ayağının ölçüsünü alır. keçi derisinden sayayı ( ayakkabının üst derisi) köseleye uydurur. Sonra ayakkabıyı yapar, ayağına giyersin. Yumuşacık, yürürken gıcır gıcır sesler çıkarır. Türkü söyler gibi. Bugün dünyanın parasını verip giydiğin ayakkabılar yürürken gıcırdıyor mu?
O günlerde Ordu’ya gitmek istediğin zaman yoldan saatte yüzlerce otobüs geçmezdi. Akşam da Bahattin abi’nin (O da MARKAYDI) minübüsünden yer ayrılırdı. Yine o günlerde kişisel ulaşım araçları at - eşek - katır vardı. Şiimdiki gibi özel araçların tekerlek vs. bakımları serviste yapılır ya, o zaman at, eşek, katır gibi zati taşıma araçların tekerlek bakımını nalbant Ali Amca yapardı. (O da MARKAYDI) (Bugünkü Vakıfbank’ın karşısında Av. Abdullah Çam’ın babası)
O günlerde otomobilleri modufiye eden (süs leyen) ustalar yoktu ama atlara, eşeklere, katırlara süslü semerler yapan ustalar vardı. Mesela Kurtuluş Mahallesi, boklu derenin yanında Semerci Kiski Mehmet. Allah rahmet eylesin.
O yıllar Deli Ziya ile ingilos Necati yıllarıydı. Onlar Beşik pazarında çok popülerdi. Sonra hafta günleri kavlan ağacının dibinde Hacı Dayı dondurma satardı. Tabi o günlerde Algida veya Mado dondurmaları yoktu. Hacı Dayı’nın dondurma arabasında sattığı dondurmalar popülerdi. ( O da MARKA )
Bazen kavlan ağacının tepesinde kargalar gürültülü sesler çıkarırdı. Hacı dayı arabayı bırakır yalandan ağacın tepesine doğru bakar, sanki biri varmış gibi in lan aşağı! Kargaların yuvasını bozma! diye bağırırdı. Ağacın altında pinekleyen yüzlerce köylü ağzını açar, ağacın tepesine doğru bakar ve adam görmeye çalışırdı.
Yine orada Yalıköylü Küpçü Ali Dayı’nın da dükkanı vardı. O yıllarda soğuk suyu saklamak için termos ve benzeri aletler yoktu. Onun yerine topraktan yapılmış ibrik, küp gibi kaplar vardı. Ali dayı hem yürüyüp hem ağaca bakan köylülerin önüne çatlak küplerden birini atar, yürürken havaya bakan köylünün ayaklarına kırılan küpün sesi ve kırılan küpün parçaları değince köylü irkilir. Ali dayı hemen fırlar “ önüne baksana lan” diye bağırarak küpün parasını ister. Zavallı köylüyü korkuturdu.
Ali Dayı da gitti, küpleri de gitti. Geride şakadan, espriden anlamayan bir sürü küp kafalı adamlar kaldı!!! Gömlekçi Hüseyin abi’nin adını yanlış yazmamda aklımdaki bir sürü hatırayı geri getirdi.