Haftanın Röportajı..Radyocu Kemal Koç :KEMAL KOÇ; "ÜNYE'DE ÜÇ RADYO VAR DA FATSA'DA NİYE OLMASIN"

Z.E: Fatsa’nın en kıdemli radyocusu olarak mesleğe ne zaman başladınız?
K. K: Radyoculuğa başlangıcım, özel radyoların gayr-ı resmi faaliyete girdiği 1992 senesidir. O yıldan bu yana arada sadece 1996 yılında yaptığım askerlik var.
“GEL SENİNLE YAYINA GİRELİM”
Z. E: Aklınızda bu mesleği yapmak gibi bir düşünce var mıydı? Serüven nasıl başladı?
K. K: Radyoculuğa başladığım dönemde ilgi, bu günkünden çok daha fazlaydı. O zamana kadar sadece TRT vardı. Özel radyo veya televizyonlar aklımızın ucundan bile geçmiyordu. Zaten dönemin yasaları başka yayın organlarına müsaade etmiyordu. Bu anlamda yasal görev sadece TRT’ye verilmişti. 91 veya 92’de Uzan grubunun Londra’dan yapmış olduğu özel radyo yayınıyla herkesin kafasında bir ışık çaktı. İşte o zaman denildi ki; “Demek ki; özel radyo da olabiliyor.” Bu olay emsal teşkil edince her ilde ve ilçede örümcek ağı gibi merdiven altı radyolar açıldı. Ama bütün bu yapılanlar yasal değildi. O dönemde Fatsa’da kasetçilik yapan Ahmet Şinka adlı bir arkadaşımız, iş yerine bir radyo kurdu. Ben o zamanlar kasetli anons seslendirmesi yapıyordum. Âşıklara, askerlere vs… Eski dönemleri hatırlayanlar bunu çok iyi bilir. Kasetin başına anons yapılır ve devamına vatandaşın sevdiği şarkılar koyulur. Enteresan bir kültürdür o… O arkadaş bir gün bana dedi ki; “Ben böyle bir işe kalkıştım. Gel seninle yayına girelim.” Bizimkisi tamamen bir hevesti. Sonuçta bu işin ticarete dönüp dönmeyeceğini, bir meslek olup olmayacağını, daha doğrusu yaptığımız işin radyoculuk olup olmayacağını bilmiyorduk. Tabi o zamana kadar iyi bir radyo dinleyicisiydim. Çocukluğumda elimde radyoyla bağa bahçeye inek yaymaya giderdim. BBC ve Almanya’nın Sesi’ne kadar uzun ve kısa dalgadan bütün radyoları takip ederdim. Hele hele TRT’de yayınlanan “Arkası Yarın” programlarını ezbere bilirdim. Yani dinleyici olarak radyoya bir ilgim vardı ama günün birinde radyocu olacağımı bilmiyordum.
“TELEFONLARIMIZ HİÇ SUSMUYORDU”
Z. E: Radyoculuğun ilk yıllarında halkın ilgisi ne durumdaydı? Hangi şartlarda yayınlar yaptınız?
K. K: Gayr-ı resmi olarak yayın yapan bu radyoda program yapmaya başladım. O ana kadar TRT’nin yaptığı yayınlarda vatandaşın her şarkıyı dinleme gibi bir avantajı yoktu. Özellikle arabesk şarkılar, o dönem için devletin yayın organında yasaklıydı. İşte biz, o zamana kadar yayınlanmayan şarkıları yayınlamaya başlayınca yoğun bir ilgiyle karşılandık. Telefonlarımız hiç susmuyordu. Şunu dün gibi hatırlıyorum. Büyük ambalaj kâğıtlarına, gelen istekleri yazardık. Neredeyse bir metreye, bir metre koca bir kâğıttı. Yaklaşık beş yüz civarında istek gelirdi. Ve isteklerin yoğunluğu nedeniyle yirmi dakikada bir şarkıyı ancak yayınlayabiliyorduk. Ve her yerden radyo sesleri gelirdi. Her yerden bizim yayınladığımız şarkılar dinlenirdi. Normalin çok üzerinde ilgi vardı. O süreçte TRT neredeyse hiç dinlenmiyordu. Çünkü onların yayın politikası belliydi. Daha çok korodan sanat müziği yayınlanırdı.
“NİYETİM MEMURİYETE DÖNMEKTİ”
Z. E: Radyoculuktan başka işler yapmayı düşündünüz mü?
K. K: Aradan bir ya da iki yıl geçince gayr-ı resmi yayın yapan radyolar kapatıldı. O arada yine yasal olmayan radyolar açıldı ama onlar da kapatıldı. 95’e kadar böyle bir süreç yaşandı. O tarihte bir politikacımız, bu olayı çözeceğine dair söz vermişti. Sözünü ettiğim kişi Tansu Çiller’dir. Özel radyoların yayın yapmasını sağlayacak yeni yasal düzenlemeler yapıldı. Sistem tam rayına oturmamış olmasına rağmen radyolar yeni dönem için yayınlarına tekrar başladı. Söylediğim gibi 96 yılında askere gittim. Askerden dönünce Fatsa’da beş ya da altı radyo vardı. Bazıları yasal düzenlemeler gereği şirketleşmişti. Zaten bunların sadece ikisi şirketleştiği için diğerleri kapanmıştı. Ve bu iki radyodan biri, askerden döner dönmez beni enseledi. (!) Aslında askerlik dönüşü radyoculuğa dönmek gibi bir niyetim yoktu. Memuriyete dönmek istiyordum. Ama yapılan teklifle yeniden bu işin içine girmiş oldum. Bu işi geçici olarak yapmak istedim. Ancak uzun yıllar Radyo Mega’nın sahipliğini yürüten Cihan Baygın, beni çağırdı ve iki saatlik bir görüşmenin sonunda yönetici olarak işe başlamış oldum. Sanırım Cihan Bey’in teklifi bana cazip gelmiş olacak ki; Radyo Mega’yı daha iyi yerlere getirmek için işi ele aldım. Böylece serüven yeniden başlamış oldu. Dönem itibariyle de radyoculuk oturmaya başlamıştı. İnsanlar bizi evinde, aracında, iş yerinde, harmanında, bağında bahçesinde yoğun olarak dinliyordu. Zaten radyo, tv gibi insanları başına bağlamaz. Vatandaş bir yandan işini yaparken, diğer yandan günlük işlerini de yapabilir.
“KIRSALDA VE SAHİLDE MÜZİK ZEVKLERİ DEĞİŞKEN ”
Z. E: Hangi tür yayınlar daha fazla ilgi çekiyor? Daha doğrusu dinleyici sizden ne istiyor?
K. K: Ben bu konuyla ilgili yedi sekiz sene evvel bir araştırma yaptım. Bu araştırma, coğrafi yapımıza göre insanların hangi tür müziği dinlediği üzerineydi. Bizim bu bölgede bu sorunun cevabı çok değişkendir. Vatandaş radyodan yüzde seksen oranında müzik dinlemek istiyor. Geri kalanında da haber türü programları tercih ediyor. O nedenle de dikkat ederseniz haberleri kısa tutmaya ve ana başlıklar halinde sunmaya gayret ediyoruz. Çünkü radyoda insanlara haber ağırlıklı programları pek dinletemiyorsunuz. Belki gece geç saatlerde konuşma ağırlıklı programları dinletebilirsiniz. Ama insanların koşuşturma yaşadığı gün içinde bu tür yayınları dinletmek çok zordur. Bunun dışında insanların hangi tür müziği daha çok dinlediğinin takibi bizim için önemlidir. Kırsalda halk müziği ve arabesk ağırlıktadır. Sahile indiğimizde insanlar arabeskten biraz daha sıyrılıyor. Daha çok halk müziği ve pop ağırlıklıdır.
“GENÇLİĞİN MÜZİK ZEVKİ TAM BİR FACİA…”
Z. E: Müzik denince daha çok gençlik akla geliyor. Radyo ve gençlik arasındaki ilişki hangi boyutlarda? Gençliğin müzik zevkini nasıl buluyorsunuz?
K. K: Gençlerimize bakacak olursak, özellikle günümüz gençliği artık Türkçe popu da beğenmiyor. Bir ukalalık almış başını gidiyor. Artık yabancı müzik dinleme derdine düşmüşler. Dinledikleri şarkılara bakıyorum. Daha çok ‘yeni yetmeleri’ dinliyorlar. Ben de yabancı müziği severek dinlerim. Ama kalite bakımından ayırırım. Ama gençlerimiz bu anlamda ne yaptıklarını bilmeden kaliteden yoksun müzikleri dinliyorlar. Birçoğu sırf ‘havası olsun’ diye yabancı müzik dinliyor. Bunu anlatmaya çalışıyorum. Müziğin kalitesini sorgulayan pek yok. Bu da gerçekten üzücü bir durum… Çok basit ve sıradan düşünüyorlar. Bir şey yaptıklarını zannediyorlar. Hele gençler arasında bir rap müzik salgını var ki; tamamen bir facia… Onlara halk müziğini sevdirmek adına düğünlerde çalınan müzikten ziyade gerçekten emek verilmiş, kaliteli çalışmaları dinletmek gerekir. Bizim çok kaliteli ve iyi müzik yapan müzisyenlerimiz var. Yayınlarımızda daha çok onları vermeye çalışıyoruz. Bunun karşılığını da görüyoruz.
“MESELE, GENEL KİTLEYE HİTAP EDEBİLMEKTE…”
Z. E: Bir radyoyu ayakta tutan en önemli etken nedir?
K. K: Bizim radyo olarak hedef kitlemiz sadece gençler değil… Burası aynı zamanda ticari bir müessese… Bu anlamda genel kitleye hitap edebilmeliyim ki; yayınladığım reklamları herkes dinlesin. Reklamlar dinlenildiği sürece radyo ayaktadır. Mesele genel kitleye hitap edebilmek… O yüzden bizim tek bir tarza ya da kitleye bağlı yayın yapmak gibi bir lüksümüz olamıyor.
“RADYO MEGA’DAN SONRA BİR KAÇ FARKLI İŞ DÜŞÜNDÜM”
Z. E: 25 yıl Radyo Mega’da yönetici olarak çalıştınız. Şimdi de Moda FM dönemi başladı. Özellikle bu geçiş sürecini anlatabilir misiniz?
K. K: 25 yıl emek verdiğim Radyo Mega’dan ayrıldıktan sonra altı aylık bir süre geçti. O sürede düşünmek için çok vaktim oldu. Birkaç farklı iş düşündüm ve bu işlere başlama girişimim oldu. Tabi radyoculuğa dair teklifler de aldım. En sonunda şu sonuç ortaya çıktı: ‘İnsanın en iyi yapacağı iş, en iyi bildiği iştir.’ O yüzden radyoculuk ağır bastı. Çünkü en iyi bildiğim iş… Malumunuz Ünye’den güzel bir teklif geldi. Ünye Moda FM’in sahibi Ahmet Bölükbaş, bu işi yapmakta zorlandığı için ‘Gel bu işi beraber yapalım’ şeklinde bir teklif yaptı. Ünye’de üç radyo var. Diğer radyolar kendilerini geliştirmişler. Ama benim teklif aldığım radyo özellikle de teknik anlamda biraz geride kalmıştı. Ben de oraya belli bir yatırım yaptım. Ve diğer radyoların seviyesine getirdim. Bu arada Ünye’ye gidip gelmek yerine Fatsa’ya da bir stüdyo kurmak istedim. Çünkü Fatsa’ya stüdyo kurarsam hem Fatsa’nın gündemini, hem de reklam potansiyelini takip edebileceğimi, buradan yayın yapabileceğimi, aynı zamanda Ünye’yi de takip edebileceğimi düşündüm. Bu anlamda Fatsa’ya da bir stüdyo açmış olduk.
“SAMSUN’UN ÇARŞAMBA’SINDAN,
ORDU’NUN PERŞEMBE’SİNE KADAR…”
Z. E: Yayın alanınız hakkında bilgi alabilir miyim?
K. K: Yeni altyapı çalışmalarımızın ardından Çarşamba’ya kadar yayınımız ulaşıyor. Özellikle sahil kısmında Samsun’un Çarşambasından, Ordu’nun Perşembesine kadar yayınımız vardır. Şu anki gidişattan bir hayli memnunum… Vatandaşlarımızın ilgisinden ve sıcak yaklaşımından da gayet memnunum… Geldiğimiz noktayı, beklediğimizin de üzerinde görüyorum. Bundan dolayı da tüm Fatsa’ya teşekkür etmem gerekiyor.
“BUNUN ALTINDAN KALKMAK HER BABAYİĞİDİN HARCI DEĞİL…”
Z. E: Eskiye oranla radyoların azalmasındaki sebebi neye bağlıyorsunuz?
K. K: Bu tamamen ticari kaygıdan kaynaklı… O dönemde herkes egoları ve tutkuları için radyoculuk yapıyordu. Fatsa’nın uzun vadede yedi-sekiz radyoyu kaldırması mümkün değildi. Zaten RTÜK devreye girdikten sonra şirketleşmek ve bir yığın prosedürü yerine getirmek gerekiyordu. Ve bunu sürdürebilmek de kolay iş değildi. Şimdi düşünün: Ulusal ölçekte yayın yapan bir radyoyla Fatsa’da yerelde yayın yapan bir radyo RTÜK nezdinde ve mevcut mevzuatlar çerçevesinde aynı kategoride görülüyor. Biz onlarla aynı kefedeyiz. Aynı sorumlulukları üstleniyoruz. Oysa onun kazandığıyla, benim kazandığım arasında dağlar kadar uçurum var. Tabi bunun altından kalkmak da her babayiğidin harcı değil…
“CANİK RADYO-TV, İYİ YÖNETİLEMEDİĞİ İÇİN KAPANDI”
Z. E: Fatsa’da uzun yıllar sadece Radyo Mega vardı. Şimdi Moda FM’le iki oldu. Neden daha fazla yok? Bunun nedeni ekonomik mi?
K. K: Mega’nın karşısında tv ve radyosuyla Canik vardı. Şahsi düşünceme göre Canik Tv, iyi yönetilemediği için kapandı. Başında iyi bir yönetim olsaydı, orası da devam ederdi. Fatsa, bu iki radyoyu rahatlıkla kaldırırdı. Uzun yıllar karşılıklı çalıştık zaten… Orası yönetim anlamında bir sıkıntı yaşadı. Hep Fatsa dışından birilerine teslim edilerek yönetilmeye çalışıldı. Maalesef bu da yanlış bir politikaydı. O dönemde bunu bir türlü anlatamadık. ‘Fatsa’da bu işi rahatlıkla götürebilecek kapasitede insanlar var. Onlar bu işi götürsün.’ dedik. Ne yazık ki; en sonunda dışarıdan gelen o şahıslar da ‘Biz bu işi götüremiyoruz.’ deyip bıraktılar. Gönül isterdi ki; orası da açılsın ve faaliyete geçsin. Olması da gerekir. Ünye’de üç radyo var da Fatsa’da niye olmasın?
“RADYO HER YERDEN DİNLENEBİLİR. TV GİBİ ESİR ALMAZ”
Z. E: Bir esnaf veya şirket, radyoya neden reklam versin? Radyonun cazibesi nedir?
K. K: Karasal tv’ler şu anda izleyicisini kaybetti. Ama karasal radyonun böyle bir problemi yok. Radyonun dinleyicisi, tv izleyicisi gibi sadece evde değil… Arabada, toplu taşıma araçlarında, iş yerinde, inşaatta, bağda bahçede ve daha doğrusu sokakta… O yüzden hep kaliteli müziğe önem veriyoruz. Burada amaç dinleyicinin bizim frekansta durmasıdır. Çok defa vatandaş hangi radyoyu dinlediğinin farkında değildir ama hangi reklamları yayınladığımızın farkındadır. Böyle olunca da reklam vermek isteyen bir esnaf, sesini geniş kitlelere duyurma imkânı bulmaktadır. Zaten bunun karşılığını da görür.
“HALİL İBRAHİM’İN BESTECİSİNİ
SELAHATTİN AYGÜN’E SORACAKTI”
Z. E: Çeyrek asırlık mesleki yaşamınızda unutamadığınız birçok anı birikmiştir. Bunlardan bir kaçını paylaşabilir misiniz?
K. K: O dönemlerde yarışma programları yayınlıyorum. Dinleyiciye genel kültür soruları soruyorum. Bunun karşılığında da sağlam ödüllerimiz var. Bu vesileyle hemen söyleyeyim: Bu ve benzer alanlarda çok daha değişik programlar yayınlayacağız. Çalışmalara başladık. Anıya gelecek olursak. Halil İbrahim ve Yolun Sonu türkülerinin yeni çıktığı ve dilden dile dolaştığı bir dönemdi. Bizim milletimiz bir türküyü sever, dinler ama bunun bestecisi ya da söz yazarı kimdir diye pek merak edip araştırmaz. Yayın esnasında türkünün mutfağında yer alan, emek veren isimleri özellikle söylemeye gayret ederim. Sözünü ettiğim türkülerin bestecisiyse sevgili abimiz Selahattin Aygün’dür. Sözleri de Dursun Ali Akınet abimize aittir. İkisi de halis muhlis Fatsalıdır. Her zaman bu iki ismi zikretmekten gurur duyuyorum. O gün yayınladığım yarışma programında Halil İbrahim ve Yolun Sonu türkülerinin bestecisini sordum. Bizi arayıp soruya cevap verecek olan dinleyicimiz, Belediye İş Hanı’nda bir doktorun yanında çalışan sekreter… Doktorun muayenehanesinin hemen karşısında da Selahattin abinin ofisi var. Sorunun cevabını sekreterin kendisi bilemediği için hem doktora, hem de sırada bekleyen hastalara soruyor. Fakat hiç kimse bilemiyor. Tabi sekreter, soruyu bilemediği için yarışmayı kaybetti. Ben de sorunun cevabını açıkladım. Açıklayınca herkes çok şaşırdı. Sekreter şunları söyledi: “Ben az kalsın büyük bir hata yapıyormuşum. Selahattin abinin bürosu hemen karşımızda… Müzikle uğraştığı için bu sorunun cevabını bileceğini düşündüm. Az kalsın gidip kendisine soracaktım.” Eğer gidip sormuş olsaydı, o an Selahattin abinin tepkisini tahmin bile edemiyorum. Asla unutamayacağım ilginç bir anıdır bu…
“YETER Kİ; KUŞUM BULUNSUN”
Z. E: Bir anı daha alabilir miyiz?
K. K: Günün birinde bir bayan izleyici telefonda hem hıçkırıklarla ağlıyor, hem de ilan vermek istediğini söylüyor. Kuşunun uçup gittiğini, gören bilen varsa kendisine haber verilmesini istediğini söyledi. Ben şaşırdım tabi… Uçup giden bir kuşun ilanı nasıl verilir? Sonuçta bu bir kuş… Kim, nerede görüp de haber verebilir? Fakat o bayan ilan vermekte ısrar ediyor. ‘Yapmayalım, etmeyelim’ dedim ama dinletemedim. ‘Yeter ki kuşum bulunsun. Ben ücretinizi vereceğim.’ dedi. Ve radyoculuk hayatımda ilk kez kayıp kuş ilanı verdim. İlanı aralıklarla veriyordum. Aradan iki saat geçince bayan bizi yeniden aradı ve ‘Lütfen ilanı durdurun.’ dedi. Bir yandan da ağlıyordu. Meğer ilandan sonra herkes onu arayıp, kuşu gördüklerini söylemiş… Nerede gördüklerini sordum. Uçuyormuş… ‘Şimdi buradan uçarak geçiyordu.’ demişler. (!) İnsanlar hep dalga geçmek için aramış ve kadın perişan olmuş… Haliyle ilanı kestik tabi…