YÜZYILLAR BOYUNCA KALPLERİN SULTANI OLMAK
Meded meded bu cihanın yıkıldı bir yanı
Ecel Celâlileri aldı Mustafa Han’ı
Yüzünün güneşi battı, divanı dağıldı
…………………………………………..
Yalancının kuru iftirası ve gizli kini
Gözyaşımızı akıttı, ayrılık ateşini yaktı
Feryat çoğaldı, O’nun ölüm saati kıyamet gününü andırdı
………………………………………………..
Âlemde biricik idi, alimdi çok alim idi
Onun iyiliği, takvası kuvvetli, inancı sağlamdı
Onun ölümü Muhammed ümmetine, âlemin ölümü gibi oldu
………………………………………………………………( Taşlıcalı Yahya Bey )
Osmanlının hiçbir sultanına bu kadar güzel mersiyeler yazılmadı ve hiçbiri O’nun kadar sevilmedi….. Sarayın sultanı olmadı ama yüzyıllar boyunca kalplerin sultanı hep O oldu…..
Ay yüzlü Mahidevran şu cihana bir yiğit doğurdu ki, ne eşi vardı ne de emsali… Bir bakışıyla dostuna can, düşmanına korku olan Şehzade Mustafa Han….
1515 yılında Manisa’da Kanuni’nin en büyük oğlu olarak dünyaya gelen Şehzade, henüz beş yaşındayken, babasının Osmanlı tahtına oturması dolayısıyla İstanbul’a gelmişti…. Topkapı Sarayında, Osmanlının büyük alimlerinden ders alarak büyüyen Şehzade, bilgeliği ve yetenekleri ile dikkat çekiyor, herkes tarafından çok seviliyordu…..
Öyle ki; bir gün oğlunun durumunu hocasına soran Kanuni Süleyman’a, M. Sürüri Efendi şu cevabı vermişti : ‘’Cihan padişahı babası gibi adil, atası Yavuz Sultan Selim gibi yavuz ve korkusuz, büyük atası Sultan Mehmet gibi zeki…. Devlet-i Aliyye’nin gördüğü en parlak şehzadedir..’’
Bu dönemin en iyi sadrazamı olan Pargalı İbrahim Paşa da eğitimi ile yakından ilgilendiği Şehzade Mustafa Han’ın çok kabiliyetli olduğunu söylüyor, O da diğer devlet adamları gibi gelecekteki Osmanlı tahtının sahibi olarak Şehzadeyi görüyordu…
Saraya küçük bir çocuk olarak geldiğinden beri Yeniçeri Ocağına karşı büyük ilgi gösteren Şehzade, sürekli bu askerlerin talimlerine katılır, bulduğu her fırsatta vaktini onlarla geçirirdi… Büyüdükçe çok kuvvetli bir komutan olan Mustafa Han, adeta Yeniçerilerin göz bebeği olmuştu.… Sancak beyi olarak saraydan ayrıldığında O’nu çok özleyen Yeniçeriler, Şehzadenin İstanbul ziyaretlerinde yollara dökülür, O’nu bir kaç kilometre öteden karşılayarak, sevgilerini gösterirlerdi…
On dokuz yaşında Manisa’ya sancak beyi olarak gönderilen Şehzade Mustafa Han, burada son derece adil, dürüst bir yönetim sergilemiş, merhameti ve samimiyeti ile halkın sevgisini kazanmıştı… Her Cuma namazını Sultan Camisinde halkla birlikte kılar, namazdan sonra hepsinin derdini dinler, çare bulurdu… Bu dönemde O’nun adil yönetiminde yaşamak için Manisa’ya civar bölgelerden çok sayıda aile göç etmişti…
Halkını, ülkesini çok seven Şehzade, Alanya’daki tersaneyi faaliyete geçirerek, bir çok insana hizmet etmişti ve Akdeniz’de herkesin korkusu olan korsanları mağlup etmiş, buraya da güven ve nizamı getirmişti…
Herkesin övgüyle bahsedip, çok sevdiği Mustafa Han muhteşem yöneticiliği ile sarayın en üst kademesindeki devlet adamları tarafından da takdir edilip, geleceğin sultanı olarak görülürken; bu durumdan rahatsız olanlar da vardı….
Kanuninin diğer eşlerinden biri olan Hürrem, gelecekte sarayın valide sultanı olmak için Osmanlı tahtına kendi oğullarından birini oturtmanın planları içerisindeydi.. Bu sırada Valide Hafsa Sultan ölmüş, hem haremin hem de sarayın kontrolü kendisine geçmişti…
Saraydaki diğer padişah eşleri hazineden her ay bir lira alırken, Hürremin bin lira alması Osmanlının istikbalinin yok edilmesinin yeğane anahtarı olmuştu… Bu para herkesi satın alacak büyüklükte idi…
‘’ Uçan kuştan bile rüşvet alan’’ Rüstem Paşayı gözüne kestiren Hürrem, onu kızı Mihrimah ile evlendirmişti.. Böylece damadı olan Rüstem ile rahatça görüşüp planlar yapabiliyordu….
Öncelikle Şehzade Mustafa Han’ın en büyük destekçisi olan Sadrazam Pargalı İbrahim Paşanın Kanuninin gözünden düşmesi sağlanmış, ardından da paşanın boğdurulmasına giden yolun tüm tezgahı hazırlanmıştı…..
Bu olaydan sonra Şehzade Mustafa Han çok sevildiği Manisa’dan alınıp Amasya’ya sancak beyi olarak gönderilmişti.. Böylece herkese göz dağı verilmiş, Şehzadenin taht için düşünülmediği gösterilmişti…
Kanuni, Manisa’ya Hürremin büyük oğlu Şehzade Mehmedi sancak beyi olarak göndermişti… O, ‘’ Şehzadelerin Güzidesi’’ diyerek çok sevdiği Mehmedi gelecekteki Osmanlı tahtının tek sahibi olarak görüyor, herkes bunu böyle bilsin istiyordu…
Oysaki;
Hz. Muhammed tüm Müslümanlara; ‘’Allah’a karşı gelmekten sakının, çocuklarınız arasında âdil olun’’ diye buyurmuştur (Müslim, Hibat 3,13)
Şehzade Mehmed Manisa’da sancak beyi iken çiçek hastalığına yakalanmış ve vefat etmişti.. Kanuni bu duruma çok üzülmüş, güzide şehzadesi Mehmed için Şehzade camisini inşa ettirmiş, oğlunun mezarı üzerine de bir taht yaptırmıştı…
Her gün defalarca alıp verdiğimiz nefesimizin bile sahibi olmadığımız bu alemde, ‘’zulm ile abad olanın ahiri berbad olur’’ demişler…
Amasya’da da halk tarafından çok sevilen Şehzade Mustafa Han, adil yönetimine devam ediyor, herkesin ihtiyacına canla başla yetişiyordu… Kendisine saraydan hediye olarak gönderilen kaftanın zehirli olduğu anlaşılınca; çok üzülmüş, yine de metanetini koruyarak, her türlü olumsuzluğa karşı sabretmeyi bilmişti….
Ancak; kaftanla zehirleyip öldüremedikleri Mustafa Han’ı bu kez de Amasya’dan Konya’ya sancak beyi olarak göndermişlerdi…. Bu olayla, Şehzadenin saraydan uzaklaştırılmak istendiği, taht için asla düşünülmediği aşikârdı…
Netice o ki; oradan oraya sürdükleri Şehzade, adeta ‘’yuvarlanan kar topu gibi gittikçe büyüyor’’ insanlar O’nun etrafında pervane oluyorlardı…
Bu sırada Kanuninin, Rüstem Paşa komutasında, İran seferine gönderdiği ordusu, Aksaray’da kalmış, bir adım dahi öteye atmamıştı… Rivayet odur ki; tüm askerler, ‘’padişah kocadı, lazımdır bize civanı’’ diyerek Kanuninin Dimetoka’ya çekilip istirahat etmesini, Osmanlı tahtına Şehzade Mustafa Han’ın geçmesini istiyorlardı…
Bu durumu hemen Kanuniye ileten Rüstem Paşa, çok sinirlenen Kanuninin, öfkesinden yararlanmanın tam zamanı geldiğini anlamış ve yalan mektuplarını devreye koymuştu… Rüstem Paşa; Şehzade Mustafa Han’ın mührünü gizlice çaldırıp, bu mühür ile, Şehzadenin ağzından İran Şah’ına mektuplar yazmıştı… Bu yalan mektuplara göre; güya Şehzade, babasına isyan etmek için İran Şah’ından destek bekliyordu…
Eğer isteseydi ;
Şehzade Mustafa Han’ın yeniçeriye tek bir bakışı yeterdi ve dakikalar içinde de Osmanlı tahtına otururdu… Herkes bunu bekliyor, bunu istiyordu ama O; kendisi için akıtılacak bir damla kana bile kıyamazdı, altın kalbi buna razı olamazdı….
‘’ Tevekkeltü alâ Hâliki’’ diyerek yalnızca Allah’a sığınan Şehzade, yaşı kırka yaklaştığı için sakal bırakmış, böylece İslamın en önemli sünnetlerinden birini yerine getirmek istemişti… Fakat, düşmanları bu durumu da Kanuniye, Şehzade size karşı isyan edecek bunun için sakal bıraktı olarak nakletmişlerdi…
Kanuni ordusunun başına geçmek için Aksaray’a geldiğinde Konya’da bulunan Şehzade Mustafa Han’ı da İran üzerine sefere çıkacağız diyerek yanına çağırdı(6 Ekim 1553)
İkbal ve iktidar uğruna kan döken zalimlerin inadına, mazlum olmayı seçen Şehzade kefeni misali giydiği beyazlar içinde, babasının çadırına bütün silahlarını da bırakarak girdi.. Yedi cellad hışımla karşıladı O’nu, lakin çok kuvvetli bir komutan olan Mustafa Han, hepsini üst üste yığıp, tam çadırdan çıkarken, yıllardır sofrasında besleyip ağırladığı Zal Mahmudun sırtına vurduğu baltasıyla can verdi….
Kanlar içindeki naaşı İran Halısına sarılıp, Yeniçerilerin önüne atılan Şehzade, Bursaya gömüldükten hemen sonra, yedi yaşındaki oğlu Mehmed babasının mezarı başındaki annesinin kollarından alınıp orada boğdurulmuştur… Bu olay Bursa’da büyük infial yaratmıştı… Dönemin kaynaklarına göre; minik Mehmed’in annesinin çığlıkları Bursa’yı ayağa kaldırmış, halk sokağa dökülmüştür… Bununla beraber Mustafa Han’ın eşi ve kızları da apar topar Kafkaslarda evlendirilmişlerdir... Şehzade’nin soyundan tek kalan acılı annesi Mahidevran Sultan oğlunun mezarı başında yirmi sekiz yıl beklemiş, Bursa halkının yardımları ile hayatını devam ettirebilmiştir…
Kanla oturulacak ne tahta ne de saraya tamah etmeyen Şehzadenin katli Osmanlıda büyük bir yasa sebep olmuştu, o yıl doğan erkek çocuklara hep Mustafa ismi koyulmuş, ardından sayısız mersiyeler yazılmıştı…..
Bu dünyadan neler kimler geldi geçti;
Adıyla bile korku salan Firavunlar, Ebu Cehil’ler hepsi toprak oldu, yok oldu… Mülküyle, gücünün korkusuyla dünyaya hakim olanlar değil, sadece kalpleri kazananlar sonsuza kadar yaşıyorlar….


