MEHMET’İN YARIM KALAN HİKAYESİ
‘’Annem beni yetiştirdi, bu ellere yolladı
Al sancağı teslim etti, Allah’a ısmarladı’’
……………………………………………………………….
Soğuk bir kış gününde, telaş içinde uçağa yetişiyorum, zar zor ilerleyen sırada koltuğumun yerini bulunca, el çantamı kabin bagajına koyup bir an önce oturmak istiyorum , ancak o kadar kalabalık ki hareket dahi edemiyorum…. Bir el çantama uzanıyor , ‘’ abla ben hallederim’’ diyerek çantamı alıp hızla yerleştiriyor… Delikanlıya teşekkür ediyorum..
Cam kenarında bir hanımefendi, ortada ben, koridor kenarına da biraz önceki delikanlı oturuyoruz.. Delikanlıya ismini soruyorum, ‘’Mehmet’’ diyor..
Mehmet, askermiş, izinden dönüyormuş… Uçaktan sonra da yolu uzun, dağda çok yüksek bir mesafede asker….
Oradaki şartları merak ediyoruz… Sular donuyor mu? Ne yiyip ne içiyorsunuz? Art arda soruyoruz. Hepsine cevap veriyor neşeyle.. Ama şartları çok ağır, dinledikçe bunların hiç birinin farkında olmadığımızı anlıyorum… Biz sıcacık evlerimizde, gündelik hayatımızda, çoğu zaman basit şeylere üzülüp, takılırken , onlar ne zorluklara göğüs geriyorlarmış, ne büyük fedakarlıklar yapıyorlarmış.
Üç kişilik sohbetimiz gittikçe koyulaşıyor. Henüz yirmi yaşındaki Mehmet’in bozkırdaki hikayesi de çok etkiliyor bizi, annesi ayaklarından engelli kalınca, annesinin bakımı ve bütün işler O’na kalmış.. Çok erken kalkıp önce hayvanlarına, sonrasında ise ev işlerine, annesinin ihtiyaçlarına koşturan Mehmet, hepsine yetişiyormuş, ‘’çalışmayı çok severim’’ diyor gururla…
Kahveler gelince hemen yerinden kalkıyor, hostese yardım ediyor, hanımefendinin ve benim kahvelerimizi verirken, ellerindeki nasırlar dikkatimi çekiyor, soruyorum. Bozkırdaki ağır tarla ve harman işlerinden bahsediyor, iklimin sert olmasından kaynaklı zorluklardan konuşuyoruz uzunca…
Çok küçük yaşta okuldan ayrılmak zorunda kalmış, ama aklı hala okulda, ‘’dışarıdan bitireceğim’’ diyor, mutlaka bir meslek sahibi olacağını söylüyor. Hayallerini anlatıyor bize; ilk işi annesine iyi bir tedavi yaptırmak olacakmış, sonrasında ise sürekli damı akıtan eski evlerini onarmak, spor aletleri almak ve çok kaliteli bir futbol topuna sahip olmak……
Başka kardeşi var mı merak ediyorum.. Abisi varmış gurbette çalışan, köyün zor olan yaşam şartlarından bahsediyor… Annesine şimdi kim bakıyor diye soruyoruz.. ‘’Babam idare edecek mecburen, köylüler de yardım eder’’ diyor. Bir an annesini düşünüyorum, ne zor ayrılmıştır kınalı kuzusundan ve ne çok özlüyordur yavrusunu… Ayrılık, bir yumruk gibi tıkalı kalır boğazında insanın, büyük bir boşluk, hiç geçmeyen eksiklik….. Evin her yerinde sesi ve kokusu vardır evladının…
Mehmet, kocaman yüreği ve bitmeyen enerjisi ile hepimizi hayran bırakıyor kendine, yaşam dolu bu genci çok seviyoruz.. Kısa sürede ondan çok şey öğreniyoruz..
Uçak inince bizi bırakmıyor Mehmet, valizlerimizi bekliyor, hepsini taksiye kadar taşıyor, teker teker yerleştiriyor. Çok teşekkür ediyoruz, kendisini tanıdığımıza memnun olduğumuzu söylüyoruz.. Gülerek uğurluyor bizi, el sallıyor….
Birden aklıma geliyor, Mehmet’e harçlık verecektim. Taksiyi durdurup, O’nu aramaya başlıyorum, bir anda yok oldu sanki…. İçimde büyük bir buruklukla geri dönüyorum… Bir koli hazırlayıp, karakoluna gönderirim diyorum…. Yol boyunca koliye koyacağım kekleri, tatlıları, kuruyemişleri tasarlıyorum, böylece sızlayan vicdanımı durdurmaya çalışıyorum….
Sadece bir kaç gün sonra, Mehmet’in hayalleri yarım, geride bıraktığı sevenleri ise eksik kaldı, tıpkı diğer Mehmetçiklerin ki gibi…