YA BEN SENİ ALACAĞIM YA DA SEN BENİ
Venedik doçesi Enrico Dandolo’nun içkiden ve Ayasofya’nın ihtişamından başı dönmüş askeri, kılıcını çekip mücevher yüklü katırların karınlarını kesti…. Ayasofya’nın içi kan gölüne dönmüştü, yağma yapan askerleri eğlendirmesi için ambona çıkarıp şarkı söylettikleri kadın, korkudan tir tir titriyordu….
Konstantinopolis’in Ortodoks kilise ve manastırları, Haçlı Orduları tarafından yağmalanıyordu… Bütün değerli eşyalar, mücevherler toplanıyor, gördükleri her şeyi alıyorlar, rahibelerle birlikte şehirdeki kadınlar, Ayasofya ve diğer kiliselerde günlerdir tecavüze uğruyorlardı…
Oysaki; Papa III. Innocentius, Avrupa’da; Kudüs’ü ele geçirmek için dördüncü haçlı seferi (1202---1204) çağrısını yapmıştı.. Bu çağrıya Avrupalı kontlar büyük ilgi göstermişler ve bu amaçla yola çıkmışlardı… Papa’nın planı, Nil nehrinden Mısır’a çıkıp, oradan da Kudüs’e ulaşabilmekti.. Fakat, Haçlı Ordusundaki Venediklilerin, yaptıkları büyük masraflara karşılık yardım almak, konaklamak gibi ısrarlı bahaneleri ile, ordunun rotası Konstantinopolis’e çevrilmişti..
Ayestefanos’a geldiklerinde, uzaktan baktıkları şehir bütün askerleri adeta büyülemişti… Bu durum, felaketin başlangıcıydı… Konstantinopolis’i ele geçirip acımasız bir yağma başlatan Haçlıların, sadece Ayasofya’dan çaldıklarına bakıldığında bile büyük bir yağma yaptıkları görülüyordu… Bizans kroniklerine göre; Ayasofyada’ki gerçek haçın parçası, Hz. İsa’nın kefeni ve mezarından bir taş, bir çok aziz ve azizenin kemik parçaları, 24 incil, 36 buhurdanlık, 300 şamdan, altı bin ayaklı şamdan, 300 tören elbisesi, 5 müzeyyen haç, iki altın, üç kristal, 250 gümüş şamdan, 4 meşale gibi taşınabilir bir çok eşya dışında; ambon, ikonostasis, bemanın üzerindeki gümüş kaplamalar ve değerli taşlar sökülüp çalınmıştı…
Katolik Haçlılar, Ortodoks Konstantinopolis’i yakıp yıkmışlar, bir çok insanı da öldürerek, burada yeni bir ‘’Latin Devleti’’ kurmuşlardı… Şehri terk eden soyluların, bir grubu İznik’e, bir grubu da Trabzon’a kaçmıştı… Viraneye çevrilmiş şehrin çaresiz kalan halkı, kurtarıcısını bekliyordu….
Delikanlı, pelerininin başlığı ile örttüğü yüzünü açıp, heybetli Konstantinopolis surlarına baktı, gözleri adeta bir kartalın gözleri gibi surları süzüyordu…. Keskin zekası O’na, çok kalın ve çok yüksek olan bu surların ancak zamanının ilerisinde bir top tekniği ile yıkılabileceğini söylüyordu… Yanındaki devlet erkanının bütün endişelerine rağmen, korkusuzca her bir köşesini inceleyip, hiçbir detayı kaçırmamak için, surların etrafında uzun süre dolaştı….
Kararlıydı, henüz küçük bir çocukken oturduğu Osmanlı tahtındaki yıllarında bile gönlünde yatan aslan Konstantinopolis’di… Dönüş yolunda surlara son bir kez daha baktı ve; ‘’Ey Konstantinopolis, ya ben seni alırım ya da sen beni alırsın’’ dedi....
Günlerdir, gözüne uyku girmeyen Genç Sultan, her gece çalışma odasında sabahlıyordu… Sahip olduğu bütün kitap ve haritalara bakmıştı… Mükemmel Yunancası, Arapçası ve Farsçası ile elindeki tüm kaynakları bizzat kendi taramıştı… Gözleri, minik bir çocuk iken karaladığı defterine takıldı, hocası ders anlatırken her sıkıldığında bu deftere bir şeyler yazıp, çizerdi… Yüzündeki gülümseme aradığını bulduğunun işaretiydi….
Osmanlı’nın Genç Sultanı, fetih için coşkulu bir hazırlık başlatmıştı, Rumeli Hisarını yaptırıp, burayı kendisine merkez edinmiş, 400 parçalık büyük donanmasının yapımını yakından takip etmiş, Konstantinopolis’in etrafındaki kaleleri almıştı… Surlara özel büyük Şahi toplarını Macar Orban ile beraber dökmüşlerdi… Konstantinopolis’e Avrupa’dan gelebilecek yardımı önlemek için tedbir olarak Balkanlara da bir ordu göndermişti…
6 Nisan 1453’de Genç Sultan ordusu ile Konstantinopolis surlarının önündeydi… Büyük toplar surları döverken, kalyonlar dağlardan çektiriliyor, geniş surların altından tüneller kazılıyordu… Mehter takımının yeri göğü inleten sesleri orduya moral veriyor, Fetih için gelen alimler semaya açtıkları elleriyle gece gündüz dua ediyorlardı….
Osmanlının toplarına daha fazla dayanamayacaklarını anlayan Konstantinopolis’in ileri gelen bazı kişileri Avrupa’dan yardım almayı teklif ettiklerinde, Megadük Lukas Notaras şiddetle karşı çıkmış, ‘’ Konstantinopolis’de latin serpuşu görmektense, Türk sarığı görmeyi yeğlerim’’ demişti..
Sağ elinde kılıç sol elinde bayrak ile ok yağmuru altında surlara tırmanan Ulubatlı Hasan, Osmanlının fethini, bayrağı surlara dikerek müjdeliyordu… ‘’Kostantiniyye, muhakkak fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur’’ diyerek yüzyıllar öncesinde Hz.Muhammed Genç Sultan II.Mehmet’in fethini Müslümanlara böyle bildirmişti….
Ne güzel komutandı O…. Cihanın İmparatoruydu… Osmanlının hepsi bir taraf, O bir taraf; tüm Osmanlıya bedeldi… Doğu da Batı da en çok O’na yakışıyordu….Var mıydı ki şu dünyada başka bir eşi? Henüz 21 yaşındayken, bir çağı kapatıp, diğerini açmıştı….
Genç Sultan II.Mehmet , 29 Mayıs 1453’de beyaz atının üzerinde Konstantinopolis’e girdiğinde, şaşkın ve hayran bakışlar arasında ilerleyerek Ayasofya’ya gelmişti… Herkesin ibadetinde serbest olduğunu söylemiş, mallarının ve canlarının güvende olduğunu belirtmişti…
Latin işgali ile harabeye dönmüş bu şehri, iktisadi ve siyasi alanda güçlü kılıp, kültürel anlamda ise dünyanın merkezi yapmak istiyordu… Öncelikle imar ve iskan faaliyetlerine başlamış, daha sonra ise fethettiği yerlerdeki sanatçıları, tüccarları ve özellikle bilim adamlarını İstanbul’a göndermişti… Şehrin yıkılmış surları tamir edilmiş, köprü ve yollar yapılmış, merkeze Topkapı sarayı ve yanına büyük kapalı çarşı inşa edilmişti… Su kemerleri ve kanalları tamir edilmiş, Yedikule kalesi, hamamlar, kervansaraylar yapılmıştı..
Genç Sultan, ülkesinin köklü ve kalıcı olabilmesinin, halkının mutlu ve iyi yaşamasının yegane şartının bilim ve kültüre dayalı bir uygarlık tesisiyle mümkün olacağını çok küçük yaşlardan itibaren biliyordu… Bu nedenle bütün ömrünü bunu gerçekleştirecek proje ve fetihlerle geçirmişti…
Şehri bilim ve kültür merkezi yapmak için hızlı davranan Sultan, doğudan ve batıdan bilim adalarını davet etmiş, onları teşvik etmek için yüklü miktarlarda ücret ödemişti…. Devrin büyük alimlerinden olan Ali Kuşçu, Sultanın davetini onur duyarak kabul etmişti.. Trabzon fethi dönüşünde burada tanıdığı Rum alimi Yorgi Amirukis’i beraberinde getirmişti… İtalyan ressam G.Bellini Osmanlı sarayına gelmiş, burada güzel tablolar ve Sultanın da resmini yapmıştı…. Sahn-ı Seman (Fatih) ve Ayasofya Medreselerini kurmuştu… Bir çok kaynağa göre Zeyrek Medresesinin de kurucusu O idi… Topkapı kütüphanesinin ilk oluşumu O’nunla başlamıştı…
Dünyanın her daim ilgi odağı olan, her komutanın sahip olmak istediği Konstantinopolis, Genç Sultan II. Mehmet’indi… Bu virane şehri büyük bir heyecan ve emekle ‘’Aziz İstanbul’a ‘’ dönüştürmüş, bir FATİH idi O…..