LOZANIN HEZİMETİ
Uzun süredir zifiri karanlıkta oturuyorum, elektrikler yok, her yer simsiyah ve ürkütücü bir sessizlik var……
Birden ışıklar yanıyor; gözlerim o kadar çok kamaşıyor ki, etrafımdaki eşyaları göremiyorum bile…. Çok sevindim, dışarıdan gelen alışık seslerle neşem daha da artıyor, güvendeyim…..
Demek ki böyle oldu diye düşünüyorum…. Mustafa Kemal Paşa, zifiri karanlıklardaki Anadolu’yu aydınlıklara çıkardığında; mutluluk, umut ve kendine güven böyle geldi…. Halkın; hiç bilmediği, hayalini bile kuramadığı inkılaplar karşısında adeta gözleri kamaştı…..
Osmanlı İmparatorluğu, 1914 yılında başlayan Birinci Dünya Savaşında dokuz cephede savaşmış, bu cephelerin sekizinde ağır bir yenilgi alarak, Arap Coğrafyasındaki topraklarını da kaybetmiş, savaşın bittiği 1918 yılı itibariyle elinde sadece Anadolu toprakları kalmıştı…
Ancak, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile bütün Anadolu tek bir imza ile işgale açık hale getirilmişti… Mondros’un yedinci maddesine göre İtilaf Devletleri istedikleri her yeri işgal edebileceklerdi…
Ve, Anadolu’ya işgaller dört bir taraftan başlamıştı; Ermeniler Doğu’dan, Fransızlar Güneyden, İtalyanlar Akdeniz’den, Yunanlar Ege ve Trakya’dan, İtilaf Devletlerinin donanması ise boğaza demirleyip, İstanbul’u işgal etmişti..
Oysaki; Mustafa Kemal Paşa, Çanakkale’de (1915) çıplak ayaklı, boş mideli Anadolu çocuklarına ‘’ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum…’’ dediğinde; bu çocuklar, gözlerini bile kırpmadan ölüme koşmuşlar, yedi düvele karşı adeta etten duvar örmüşler ve Çanakkale’yi geçilmez yapıp, Anadolu’yu korumuşlardı…
Bu kadar basit miydi?
Sadece Çanakkale’de iki yüz elli bin şehit verilmişti, Sarıkamış’ta donan doksan bin er, diğer cephelerde de on binlerce Anadolu kuzusu şehadete yürümüştü…. İtilaf Devletleri ellerini kollarını sallayarak Anadolu’yu bu kadar rahatça işgal etmemeliydiler…. Bu vahim durumu büyük bir acıyla izleyen, Mustafa Kemal Paşa, boğaza demirleyen İtilaf gemilere bakarak ‘’Geldikleri gibi giderler’’ demişti…
Haksız işgallere karşı mutlaka mücadele edilmeliydi, pisi pisine kabul edilemezdi, bu düşünce ile ‘’Ya İstiklal ya Ölüm’’ diyen Mustafa Kemal Paşa’ya Anadolu’dan da destek vardı. Her türlü ihanete ve işgale karşı onurlu bir direniş başlatan Kuvay-i Milliyeciler, kendilerini bir araya getirip, birleştirecek liderlerini bekliyorlardı….
19 Mayıs 1919’da Samsun’dan ‘’Kurtuluşu’’ başlatan Mustafa Kemal Paşa, yayınladığı Genelgeler ve düzenlettiği Kongreler ile Anadolu’da çok kısa zamanda örgütlü, kitlesel bir direniş başlatmıştı… Osmanlı ve İtilaf Devletlerinin bütün engelleme faaliyetlerine rağmen 23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisini açmıştı…
İşgallerden değil de milletin meclisinden rahatsız olanlara, azınlıklar ve bir zamanlar dost bilinenler de eklenince, Büyük Millet Meclisi dört bir yandan ateş altında kalmıştı… Bu arada apar topar Sevr’i hazırlayıp imzalatan İtilaf Devletleri, Osmanlının içliğine varıncaya kadar her şeyini almışlardı….
‘’Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır’’ diyen Mustafa Kemal Paşa, düzenli ordusunu kurmuş, önce isyanları bastırmış sonra da emperyalistlere karşı Kurtuluş Savaşını başlatmıştı… Ne sıtma, ne de böbrek ağrılarının durduramadığı Mustafa Kemal Paşa Sakarya Meydan Muharebesinden bir hafta önce de kaburga kemiklerini kırmıştı… Fakat bir gün dahi istirahat etmemiş, sırtına bağlattığı kalas ile cepheye gitmişti…
Bu sırada Osmanlı Sarayında hummalı bir düğün hazırlığı vardı…. Sultan VI. Mehmet Vahdettin beşinci eşi olacak Nevzat hanım ile evleniyordu….
Yüz yıllardır savaş kaybedip geri çekilen Türk Ordusu, eşsiz ve ebedi komutanı Mustafa Kemal Paşa tarafından tarihin gördüğü en kanlı meydan savaşlarından biri olan Sakarya Savaşını kazanmış ve artık taarruza geçmişti….
26 Ağustos 1922’de ‘’Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir! İleri ‘’ emri ile Yunanlar Ege’den çıkarılmış, ordu Çanakkale’ye doğru hareket etmişti… Sıranın kendilerine geldiğini gören İngilizler hemen ateşkes istemişlerdi… Yapılan Mudanya Ateşkes Antlaşması ile Yunanlar Trakya’yı boşaltmış, İtilaf Devletleri Türk Bayrağını selamlayarak geldikleri gibi gitmişlerdi… Böylece savaşılmadan Trakya ve İstanbul da işgalden kurtarılmıştı….
Türk Milleti, bu zorlu yıllardan, eşsiz lideri ve onunla beraber mücadele veren kahramanları sayesinde başarıyla çıkmıştı… Ancak, masada da kazanmak, tüm dünyaya haklılığını bir kez daha ispat etmek gerekiyordu…
Lozan Heyetine, Mudanya’da olduğu gibi yine İsmet İnönü başkanlık yapıyordu, İsviçre’de yalnız olan Türk Heyetinin karşısında, yedi düvel yine bir aradaydı… İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, Yunanlar, Sovyetler, Bulgarlar, Japonlar, ABD ve daha niceleri… Biz tek, onlar hepsiydi…
Türk Heyetine aç kurtlar gibi saldıran Emperyalistler, karşılarında zafer kazanmış bir millet yokmuş gibi davranıyor, yüz yıllardır almaya alıştıkları imtiyazlardan vazgeçemiyorlar, kapitülasyonlar, azınlıklar gibi konularda diretiyorlardı… Bu durum karşısında görüşmeleri yarıda bırakan İsmet İnönü, daha dönüş yolundayken Lozan’a geri çağrılmıştı…
İsmet İnönü, 24 Temmuz 1923’de Lozan’da yeni kurulan Türk Devletinin adeta tapusuna imza atmıştı… Bu antlaşma ile, bütün dünya Türk Milletinin haklı mücadelesini kabul etmiş, yeni bağımsız bir devlet kurduğunu da tanıyıp onaylamıştı…
Boğazlarda bir komisyon kurulması ve Hatay’ın 1921’deki Ankara Antlaşmasına göre Fransızlarda kalması gibi konular, Misak-ı Milliye uygun değildi; bu durum mecliste ve bazı kesimlerce de eleştirilmişti…
Ancak hiç bir şeyi olmayan Anadolu, çok zorlu bir mücadele ile bu günlere gelmişti… Uzun yıllardır süren savaşlardan dolayı ‘’eve ekmek getirecek ‘’ çalışabilen genç erkek nüfus bitmişti, cephane taşımada kullanılan öküzler bile bitmiş, tarlayı sürecek hayvan dahi hanelerde kalmamıştı….. Ülkede sadece beş yüz altmış dört doktor bulunuyordu, halkın yüzde on dördü sıtma ile mücadele ediyor, frengi, verem hatta veba gibi hastalıklar sık görülüyordu, yeterli besine ulaşamayan binlerce çocuk vardı….
‘’Zamana bırakmak’’ bir çok konunun çözülmesine yardımcı olacaktı…. Çünkü, Anadolu’nun bir an önce toparlanması gereki. yordu..
‘’Az zamanda çok büyük işler yapan’’ genç Türkiye Cumhuriyeti, zamanı gelince Milletler Cemiyetine başvurarak Boğazlardaki tüm hakimiyetini, Montrö Sözleşmesi (1936) ile sağlamıştı.. ‘’Hatay benim şahsi meselemdir’’ diyen Mustafa Kemal Paşa, ilmik ilmik işlediği siyaseti ile stratejik açıdan çok önemli olan bu bölgenin, önce özgür bir Hatay Devleti olmasına, sonra da halkının isteği ve oy birliği ile Türkiye’ye katılmasını sağlamıştı…
Türk Milleti küllerinden yeniden doğmuştu, sahada da masada da kazanmıştı… İşte bu yüzden;
Lozan çok büyük bir hezimetti; Türk Milletini masada yeneceklerine, yok edeceklerine, hatta Anadolu’dan atacaklarına inanan emperyalist devletler için…
Lozan büyük bir hezimetti; Boğazlardan pay kaparım umuduyla gelen Sovyetler için, Japonlar için…..
Lozan büyük bir hezimettir; Türlü bahanelere sığınıp da, aslında Anadolu’daki bin yıllık Türk varlığını hazmedemeyenler için…. Lozan büyük bir hezimettir; Türkiye Cumhuriyetinin bütün nimetlerinden faydalanıp da, Türkiye Cumhuriyetine ait olamayanlar için…
Lozan büyük bir hezimettir; Kadınların insan olmalarını, insan gibi yaşamalarını, sokakta erkeklerin arkalarından yürümek zorunda kalmamalarını, bir türlü içine sindiremeyenler için….
Lozan büyük bir onurdur; İşgalden kurtarılan İstanbul’da Eyüp Sultan’a rahatça dua edebilenler için….
Lozan büyük bir gururdur; Önce zehirlenip, sonra gömülmesi bile unutulup, naaşı kokutulan, İstanbul’un Fatihi Muazzam Sultan Mehmet’in mezarı güvende kaldığı için… Lozan büyük bir gururdur; Çanakkale’de kolu, bacağı parçalanıp şehit düşerken bir enjektör morfin bulunamadığı için son nefesini bağırarak veren askere…. Sarıkamış’ta donarak şehit düşen mezarsızlara…. bu toprakları vatan yapmak için kanıyla sulayanlara….. Lozan büyük bir gururdur; İnebolu’dan aldığı cephaneyi, İstiklal Yolunda kağnısıyla Ankara’ya taşırken donarak şehit düşen Şerife Bacı için… Her ezan sesinde, ellerini açıp bizi O kurtardı O’nun sayesinde ezanlar susmadı diyerek, ATATÜRK’e dua eden nenem için… Emeğimle, helal para kazanıp aileme bakabildiğim bir ülkem var, diyen benim için….