DEVRİM’İ NASIL KAYBETTİK
Sabahın seheriyle başlardık ilk okul günlerimize, köyün bütün çocukları öbek öbek dizilirdik toprak okul yolumuzda… Bu yol, bizim için çok önemliydi, hem okula giden tek yolumuzdu hem de en büyük eğlencemizdi.. Yol boyunca oyunlar oynar, bilmeceler sorardık birbirimize… Bazen erkek çocuklar kavgaya tutuşur, büyük olan kız öğrenciler araya girerek olayı yatıştırır, içlerinden birinin ‘’öğretmene şikayet ederim’’ demesiyle, hepimiz korkup susardık… Böyle durumlardaki sessizliğimizi tek bir kelime bozardı ‘’ geliyor’’….
İçimizden birinin sesini duyup da ‘’geliyor’’ demesiyle, hepimiz yolun kenarına tek tek dizilip, neşeyle O’nu beklerdik.. Önce sesini duyardık sonra kendini görürdük, ve coşkuyla alkışlamaya başlardık, hele şoför bize bir de korna çalmışsa daha da coşar, alkışlarımıza ıslıklarımız da karışırdı… Erkek çocuklar arkasından koşar, O gözden kayboluncaya kadar uzun süre takip ederler, geldikleri yolu bir kez daha yürümek zorunda kalırlardı… Okul yolumuzdan nadiren geçen bu arabayı görmek biz çocuklar için büyük bir mutluluktu…..
Üç kilometrelik toprak yolun sonunda okulumuza varınca, çantalarımızı bırakıp , bu kez de öğretmenlerimizi karşılamak için iki kilometre daha yürürdük… Okulumuza ulaşmak için her gün iki kilometre yürüyen öğretmenlerimizi yolda karşılayıp, hepimiz teker teker ‘’günaydın’’ der, onlarla beraber yürümeye devam ederdik... Biz köy çocuklarının öğrenilmiş çaresizliği vardı da; öğretmenlerimiz neden bu kadar yolu yürüyorlardı? Onların neden arabaları yoktu? Ülkemizde araba almak çok mu zordu? Bize ait arabamız yok muydu?
Varmış aslında… Hem de annemin doğduğu yıllarda, birkaç muhteşem mühendis, usta ve işçilerin bir araya gelerek, tamamen Türkiye’ye özgü, tamamı yerli, o müthiş şaheserleri olan ‘’DEVRİM’’ varmış….
Cemal Gürsel’in Cumhurbaşkanı olduğu 1961 yılının Haziran ayında, yirmi mühendis Ulaştırma Bakanlığında toplantıya çağrılır.. Bu toplantıya başkanlık yapan genel müdür yardımcısı Emin Bozoğlu, mühendislere Cemal Gürsel tarafından gönderilen mektubu okur; burada Cumhurbaşkanı, mühendislerden Cumhuriyet Bayramında Türk Halkının takdirlerine sunulmak üzere tasarım ve malzeme olarak tamamen yerli malı bir otomobil üretmelerini istemiştir…..
Otomobilin üretim görevi Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryollarına verilmişti.. Bu proje için bir milyon dört yüz bin liralık bütçe ayrılmış, çalışma mekanı olarak da TCDD’nin Eskişehir’deki Cer Atölyesi tahsis edilmişti….
Ülkeleri için, bunu kutsal bir görev olarak kabul eden mühendisler, heyecanla çalışmaya başlamışlardı.. İlk olarak atölye kapısının üzerine teslimata kaç gün kaldığını gösteren büyük bir levha koydular… Otomobili üretmek için sadece 130 günleri vardı, dolayısıyla zamanla da yarışıyorlardı….
İçlerinden bazıları hiç araba kullanmamış, araba motoru dahi üretmemiş olan bu mühendisler geceleri de atölyede kalıyor, canla başla çalışıyorlardı.. Atölyeye kendi Amerikan arabasıyla gelen Salih mühendisin arabasını sökerek, çalışmaları için bir öngörü oluşturmuşlardı… Motor ve şanzıman yapmak çok zordu, pistonlar basınç altında sürekli kırılıyordu, işte bu kısımda aralarından bir mühendisin tanıdığı usta başı çağrılmış, onun tecrübesiyle başarıya ulaşılmıştı..
Otomobilin gövdesini oluşturmak için büyük sac preslerine ihtiyaç vardı.. Ancak bu presler ne atölyede ne de ülkede bulunmuyordu… Mühendisler ellerindeki hidrolik krikoları bünyesinden fazla çalıştırarak gövdeyi oluşturacak sacları imal etmeyi başarmışlardı…
Ön ızgarası büyük olarak yapılıp, motoruna hava girişi sağlanmış, çift farlı, oldukça geniş dizayn edilmiş bu arabaya; mühendisler ayarlanabilir bir direksiyon bile yapmak istediler. Ancak bu fikir pek rağbet görmemişti, oysaki iki yıl sonra Cadillac firması ayarlanabilir direksiyonu araçlarına büyük bir yenilik olarak koymuştu…
Atölyeyi teftişe gelen Cemal killall FinderGürsel, ilk Türk Otomobilinin motor sesini duyduğunda çok gururlanmış, ismini DEVRİM olarak koyduğu bu arabadan iki adet istemişti…
Cumhuriyet Bayramı yaklaşmış, gösterge ibrelerinin altında Türkçe yazan, biri bej diğeri siyah renkli, iki adet DEVRİM son hazırlıklarını tamamlamıştı… Ankara’ya trenle gidecek arabaların, vagona bindirilmeden önce güvenlik amacıyla benzin depoları boşaltılmıştı… Sabaha karşı Ankara’ya ulaşan arabalar, Sıhhıye’deki demiryolu fabrikasına indirilmişlerdi…
29 Ekim sabahı kalabalık motosiklet eskortu ile iki araç meclisin önüne getirildiğinde, benzin depoları hala boştu.. Durum fark edilip bej renkli olana benzin koyulmuştu ancak, Cumhurbaşkanı siyah renkli DEVRİM’e binmişti.. Yüz metre sonra araba durunca, arabayı kullanan mühendis Rıfat Bey, Cumhurbaşkanına benzinin bittiğini söyleyerek, bej renkli olan DEVRİM’e binmesini rica etmişti.. Cemal Gürsel de ‘’Garp kafası ile otomobil yaptık, şark kafası ile benzin ikmalini yapamadık’’ demişti…
Ertesi gün bütün gazeteler, Cemal Gürsel’in sözüyle başlıklar atarak DEVRİM’in yolda kaldığını tüm Türkiye’ye duyuruyorlardı… Oysaki bej renkli DEVRİM ile Cumhurbaşkanı Anıtkabir’e gitmiş, bozuk dedikleri siyah renkli DEVRİM ise hipodromdaki geçit törenine katılmıştı…
Bu büyük emek birkaç satırla heba edilmişti, aslında gazeteler DEVRİM aleyhine yazılarını proje kabul edildiği ilk günlerden itibaren yazıyorlardı.. Bir milyon dört yüz bin liralık bütçe çok eleştirilmiş, boşuna para harcanıyor algısı yaratılmıştı.. Ama aynı yılda at neslinin ıslahı için ayrılan yirmi beş milyonluk dev bütçe hiç eleştirilmemişti… Bütün bunların perde arkasında otomobil ithalatçılarının tezgahları vardı… Onlar Türkiye’nin kendi arabasını üretmesini istemiyorlardı.. Türk Milletinin, ucuza mal edilmiş yerli arabaları kolayca satın alabilmesi patronların çıkarlarına ters düşüyordu, bu nedenle de basını ele geçirip DEVRİM’i yok ettirdiler.. Toplamda dört adet üretilen bu arabalardan bej renkli olan bir tanesi, bugün Eskişehir Türasaş Müzesinde hala sapa sağlam, aslanlar gibi çalışır durumdadır….
Mustafa Kemal ATATÜRK , karanlıklardan aydınlığa çıkardığı Türk Milletine, tam bağımsız, üretime dayalı ekonomisi ile yeni bir devlet kurmuştu… ATATÜRK, Türk Milletinin kendine güvenen, çağının nimetlerinden faydalanabilen, mutlu nesiller olmasını istemişti…. Ancak, Türkiye Amerika’dan Marshall yardımlarını almaya başladıktan sonra, üretimde büyük kayıplar yaşamaya başlamış, Köy Enstitüleri, Ankara Tayyare Fabrikası gibi büyük projeleri kapatılmış, DEVRİM arabaları yok edilmiş, bir çok alanda dışa bağımlı hale gelmişti....