Kadın Cinayetleri: NE BU ŞİDDET BU CELAL?
Kadın cinayetleriyle ilgili yazımı paylaşalı altı yıl olmuş. Cinayetler hız kesmeden devam ediyor! Bu erkek çılgınlığının sebebi nedir? İstanbul Sözleşmesinin iptal edilmesi mi? Cezalar artırılarak cinayetleri önlemek mümkün müdür?
Yazımda sosyolojik bazı saptamalar görmüş olmalı ki Sosyoloji Profesörü M. Devrim Topses onu kitabının içine okuma parçası olarak koymuş. (Gençler İçin Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm, M. Devrim Topses, 2. Baskı, Çanakkale-2022, Paradigma Yayınlar, s. 89)
Bu bakış açısını okuyucuya hatırlatmak için yeniden yayımlama ihtiyacı duydum.
NE U ŞİDDET BE CALAL?
Yazılı ve görsel basına bakacak olursak milletimizin yarısını oluşturan erkek cinsi, diğer yarısını oluşturan kadınlara yapmadığını bırakmıyor! Sövüyor, dövüyor, kesip doğruyor, sakat bırakıyor ve öldürüyor!
Mektep medrese görenlerimiz günden güne çoğalırken, kadın ve kızlarımızın da eli artık ekmek tutarken daha uygar bir millet olacağımızı umuyorduk. Bu vahşet nerden çıktı? Kadına karşı artan bu şiddet hareketini neye yorumlamalıyız?
Yorumlamadan da öte nasıl önleriz? Kadın kuruluşları ve onların çığlıklarına hak veren erkekler birkaç yıldır bunu konuşuyoruz.
Faydası olacağını bilsek, “Kadına kalkan eller kırılsın!” diye hap birlikte dua edeceğiz. Ancak binlerce yıldır devam eden sorunları dua ile halletmek mümkün değil.
Olayı iki yönden ele alabiliriz:
KABUK DEĞİŞTİRİRKEN
Birincisi: Kadına karşı kullanılan şiddet gerçekten artmış olabilir. Bunun nedeni Türkiye toplumunun kabuk değiştirmekte oluşudur. Feodal bir ilişkiler ağından hızla kapitalist bir sisteme geçiyoruz. Kadınlar, her yıl artan oranda kamusal hayatta yer alıyor.
Devlette ve özel işyerlerinde eskisine oranla daha çok kadın çalışıyor. Bu yeni durum, kadın-erkek ilişkilerinde yeni bir denge yaratması gerekirken, erkek egemen toplumun değerleri aynı hızla değişmiyor. Erkek, alışkın olduğu mutlak iktidarın elinden kaçmakta olduğunu görerek hırçınlaşıyor. Nişanı bozmak veya boşanmak isteyen kadında bu hakkı görmüyor. Kaba güce başvuruyor.
İkincisi: Kadına karşı kullanılan şiddet, eskiden de vardı, herhalde bugüne göre daha da yaygındı. Ancak bunlar basına yansımıyordu. Nişanlı, baba, koca, severdi de döverdi de. Kol kırılıyor ama yen içinde kalıyordu. Kim karışırdı?
Kadına karşı şiddetin belirgin örneklerinden biri olan kız kaçırma olayları, günümüzde hemen hemen kalkmıştır. Kocasından dayak yiyip anası gile kaçan, bir süre sonra süklüm püklüm geri dönen kadınlar az değildi. (Bakınız: Fatma Sarıhan Türkmen, Ölüm Ayırır Derken-Yaşanmış Kadın Öyküleri, Öğretmen Dünyası Yayınları, 2018)
Bu gibi olaylar artık vukuatı adiyeden sayılmıyor. Toplum kulak kabartıyor ve kadının bu zulümden kurtarılması için harekete geçiyor. Kadınların şiddete uğraması çok kötü bir olaysa da bunun görünür olması ve güçlü bir itirazla karşılanması toplumumuz için sevindiricidir.
MÜLKİYET VE SERVET KİMDEYSE…
Sınıflar ortaya çıkmadan önce insanlar komün hayatı yaşıyorlardı ve Tanrı, Kibele ana biçiminde tasavvur ediliyordu. Ne olduysa yedi bin yıl önce Çatalhöyük’te toprağa yerleştiğimiz dönemde başladı. Avlanmak, kemikleri ve kasları daha güçlü olan erkeklere, tarla bahçe işleriyle uğraşmak ve yemek yapmak gibi işler kadınlara düştü. Kısacası erkekler pazı gücüyle iktidarı ele geçirdiler. Artık Tanrılar erkeklerden oluyordu. Mülkiyet, erkeklerin elindeydi. Devleti de onlar yönetiyordu.
Milyonlarca kadın bunun farkında değilse de, sınıflara ayrılmamızın ilk ve en büyük zararı kadınlara oldu. Kadın alta düştü, binlerce yıldır doğrulup kalkmaya çalışıyor. İşin aslını bilse de kadın, kökleşmiş bir sistemi kaldırıp atacak ve yerine cins eşitliğini koyacak güçten yoksun.
Kadınla erkeği toplumsal yaşamda eşitlemek için iki yol varır: Ya mülkiyette ve servette eşitlik yaratılarak kadın güçlü hale getirilecek, ya da mülkiyet ve servet kişilerden yalıtılarak topluma iade edilecektir. Daha doğrusu, mülkiyet ve zenginlik herkesin ortak malı haline getirilecektir.
En ideal evliliklerin, “dengi dengine” olduğunu atalarımız deneyimleriyle öğrenmişlerdir. Bunlardan biri para, mal, mevki ve unvanla donatılmış olur, diğeri bunlardan yoksun kalırsa ezen ve ezilenin bulunması kaçınılmazdır. Üstünlük yalnız erkeklere özgü değildir. Babasından servetler kalan kadınlar da eğer erkek bu bakımdan kendine eşit değilse onu ezer. Erkekler kolay kolay zengin yerden aldıkları kızları dövemezler. Bu nedenle değil midir ki Padişah kızları kocalarını boşama hakkına sahiptiler.
Kim ne derse desin, bütün vahşi doğada da ibretle seyrettiğimize göre canlıların dişisi erkeklerden biyolojik olarak daha donanımlıdır. Doğuran, emziren, koruyan, yavrusunun karşılaştığı tehlike karşısında canını ortaya koyan dişidir. Onun genleri erkeklerde olmayan sayısız marifetle donanmıştır.
O yaşamın anasıdır. İnanmayanlar kendi annelerine baksınlar.
Kadınla erkek arasındaki farklara gelince, yeryüzünde insanlık var oldukça bu farklılıklar devam edecektir. Binlerce yıl sonra da kadınlar daha çekici olmak için süslenecekler, vitrin önlerinde daha çok vakit geçirecekler, kendilerine âşık olan erkeklere naz yapacaklar, kapı gıcırtısından oyuna kalkacaklar, başka kadınları göz ucuyla süzerek kendilerinden daha çekici olup olmadığını ölçecekler, başlarını bir erkeğin omzuna koyarak mutlu olacaklardır. (10 Aralık 2018; güncelleme: 13 Ekim 2024)