30 Ağustos Zaferi Münasebetiyle AK KOYUN KARA KOYUN
Ak koyunla kara koyunun ayrılıp seçildiği tarihsel dönemeçler vardır. Türkiye tarihinde Kurtuluş Savaşı, bu önemli dönemeçlerin başında gelir.
Bağımsız yaşamayı ilke edinmiş yurtseverler olarak, Kurtuluş Savaşı’nda kimin nasıl bir tutum aldığını hep sorguladık ve sorgulama daha uzun yıllar devam edecek.
Ders çıkarmak için. Aydınlarımız, İkinci Abdülhamit döneminde böyle bir ayrışma yaşadılar. Kimisi, istibdata hizmet etti, kimisi hürriyet mücadelesine atıldı.
Hürriyetin ilanından sonra da, devletin ve milletin düze çıkması için izlenecek yol konusunda aydınlar bir yol ayrımına geldiler ve yeniden bölündüler. Bir kısmı İttihatçılığa devam etti. Devletin başına geçti. Bunlar bir kısım reformlar yapmakla birlikte ülkeyi iyi yönetemediler. Maceracı siyasetleriyle devleti batırdılar. Halkın büyük acılar çekmesine neden oldular. Eski hürriyetçilerin bir kısmı ise Hürriyet ve İtilafçı, adem-i merkeziyetçi, ve İngilizci oldu.
Mütareke gelip çattığı zaman milletin önünde iki yol göründü. Ya emperyalizmin kölesi olarak kalınacak, ya da tam bağımsızlık savaşına atılınacaktı. Hürriyet ve İtilafçılar, ak koyunla kara koyunun belli olduğu böyle bir mahşerde, Kurtuluş Savaşına atılanların ittihatçı olduğunu ileri sürerek düşmanla işbirliğini seçti.
FEYLESOF RIZA’NIN FELSEFESİ
İstanbul Üniversitesi ve yüksekokulları öğrencilerinin derslerini boykot ettiği hocalardan biri olan Feylesof Rıza Tevfik (Bölükbaşı) bunlardandı. Maceralarla dolu bir hayatı vardı. Tıp doktoru olduğu halde felsefeye merak sarmıştı ve kendisini de “Feylesof Rıza” olarak niteliyordu.
“Feylesof Rıza’yım dinsiz anlama
Dini ben öğrettim kendi babama
Her ipte oynarım cambazım amma
Sırat köprüsünden geçemem hocam”
diyen felsefi şiirler de yazıyordu.
Tevfik Fikret’in hayranıydı. Mütarekenin başlangıcında onu maarif nazırı yaptılar. Muallimler Cemiyeti de onu başkan seçti.
Öğrenciler onun derslerini neden boykot etti? Rıza Tevfik, Sevr Antlaşması’nı hükümet adına imzalayanlardan biriydi. İmza attığı kalemini bir marifetmiş gibi Amerikan Kız Koleji’ne armağan etti.
Öğrencilerin yazılı hale getirdiği suçlamalarına Ali Kemal’in Peyamı Sabah gazetesinde yayımlanan yazısıyla yanıt verdi:
“Efendiler!” diye başladı.
Öğrencileri kendine karşı kışkırtanın İttihatçılar olduğunu öne sürdü. “Ben Darülfünuna Türkçülük namına, İttihatçılık propagandası yapmak için davet edilmiş adamlardan değilim. Ancak, felsefe dersi vermekle görevli bulunuyordum.”
“İNÖNÜ ZAFERİ’NDEN DEM VURAMAZDIM”
Şöyle devam ediyor:
“Bu bakımdan, size Sokrat’tan, Eflatun’dan, Kant’tan bahsederken İnönü Zaferi’nden dem vuramazdım ya! Benim asıl işim size felsefe öğretmek ve doğru dürüst öğretmektir. İşte ben yalnızca onu yaptım. Ben kendi hesabıma İttihatçı mesleğinden değilim. Mensubiyetiyle iftihar ettiğim Osmanlı milletinin meşru reisi olarak ancak Padişahımızı tanırım. Başka kimseyi tanımam ve anlamam. (…) Yazık size, yuh size!” (Peyamı Sabah, 10 Nisan 1922)
Kurtuluş Savaşı’nı bir İttihatçı hareketi olarak görmek, öyle bile olsa bu kutsal kavgaya katılmayarak Sevr Antlaşması’nı imzalamakla övünmek ne kadar büyük bir körlüktür.
Öte yandan, “dersimin konusu değil” diye Anadolu’daki zaferleri “onlardan dem vuramazdım ya” diyerek hafife alması da üzerinde durulacak bir konudur. Bir öğretim üyesinin bir Türk üniversitesinde hangi dersi verirse versin büyük ulusal davalara kendini kapatması mümkün müdür? O üniversitenin bazı hocaları tutuklanmış, bazıları Anadolu’da görev almış, geride kalanların çoğuysa son tahlilde yurtseverliklerini kanıtlamış iken.
BÜYÜK PİŞMANLIK
Rıza Tevfik Bölükbaşı, öğrencilerinin boykotu karşısında onları suçlayarak görevinden istifa etmek zorunda kalmıştır. Zaferden sonra da yurtdışına çıkmış, 150’likler listesine alınmış ve kendisiyle aynı kaderi paylaşan Refik Halit Karay gibi yurt özlemi çekmiştir. Aşağıdaki dizeler bu özlemi dile getiriyor:
“Uçun kuşlar uçun doğduğum yere
Şimdi dağlarında mor sümbül vardır
Ormanlar koynunda serin bir dere
Dikenler içinde sarı gül vardır
Orda geçti benim güzel günlerim
O demleri anıp bugün inlerim
Destanı ömrümü okur dinlerim
İçimde oralı bir bülbül vardır”
Feylesofumuz, 1938’de çıkan af üzerine yurda dönmüş, mütarekede aldığı tutumdan pişmanlığını dile getirmiştir.
Böyle büyük pişmanlıklar yaşamamak için, ak koyunla kara koyunun ayrıldığı gün doğru yolu seçmek galiba bir feraset meselesidir. İnsanın içindeki bülbülün özgürlük içinde şakıyabilmesi için başta gelen şartın özgür bir vatanda yaşamak olduğunu anlayabilmek gerekir.