FELAKETLER VE KADER
İnsan ne yazacağını bilmiyor hem üzgün, hem çaresiz hem de öfkeliyken. Çok büyük bir felaket yaşadı ülkemiz şu birkaç gün içinde.
Doğal olan afetler bir anda, birkaç saniyede yerle bir ediyor tüm hayatı. Elimizde avucumuzda ne biriktirdiysek, ne sakladıysak onca sene, hepsini bir anda kaybedebiliyoruz. Mal mülk telaşı kalmıyor o anda, sadece varlığımız ve sevdiklerimiz oluyor bizi hayatta tutan.
Ülkemizde yaşanan son depremle, hayata ve ölüme ne denli hazırlıksız yakalandığımızın ayrımına bir kez daha varmış olduk. Son yaşanan depremde binlerce insan saniyeler içinde hayatını kaybetti. Binlerce insan da enkaz altında kurtarılmayı bekliyor. İnsanlar ilk andan itibaren yardım için cansiparene çırpınıyor, herkes elinden geleni yapmak için çaresizce uğraşıyor. Fakat halen yardım gitmeyen, içecek su dahi bulamayan o kadar çok insan var ki bölgede. Evet çok büyük bir deprem yaşadık evet aynı anda birçok ilimiz etkilendi fakat bir yandan da liyakatsiz, organize olamamış bir çok kurum var karşımızda.
Şunu biliyoruz ki, ülkemiz deprem kuşağındadır ve doğal afetler bazen ne yaparsan yap, kaçınılmaz olarak hayatını sonlandırabilir. Tüm tedbirleri almış olsak bile, elimizden bir şey gelmeyeceği anlar olabilir. Tıpkı Japonyada’ki deprem sonrası oluşan tsunami felaketi gibi. Fakat hayatımızı, tamamen doğal afetleri yadsıyarak, hiçbirşey olmayacak mantığıyla yaşamak da doğal afetlerin faturasını çok ağır ödetir bizlere.
1999 yılında yaşadığımız ağır depremi ve sonrasında yaşananları hiç dikkate almadan aynı anlayışla devam etmişsek ve hiçbir önlemi hayata geçirmemişsek buna sadece kader demek ne denli doğrudur. Kader olansa, kaderin çizdiği ile mücadele etmek de insan olmanın gereğidir.
Devlet tüm kurumlarıyla liyakatli olmak zorundadır. Kurumların başına liyakatsiz, beceriksiz, işten anlamayan insanları yerleştirirseniz, kararları tek elden yönetmeye kalkarsanız, eleştiri kabul etmeyip doğru söyleyeni susturursanız, işleyen kurum ve kuruluşları bir bir kapatıp yerine daha iyisini koymazsanız ne organize olursunuz, ne basiretle yönetirsiniz ne de sizden bekleneni yerine getirirsiniz. Sadece sosyal ağları falan kısıtlayıp sesleri biraz duyulmaz hale getirirsiniz. Ama o sesler öyle çok bağırır ki kulaklarınızı tıkasanız da fayda etmez.
Liyakat sonrasında yapılan yardımlarda değil, binaların yapımında da çok önemlidir. Aynı mekanda, aynı doğal afetle karşılaşan iki ayrı binanın, biri hiç zarar görmezken, diğeri yerle bir oluyorsa, burada insan hatası aramak yanlış olmasa gerek.
Malzemeden çalmak, demiri çimentoyu doğru dürüst kullanmamak, kolonları kesmek, mimari kurallara riayet etmemek, depremi hiç hesaba katmamak, daha fazla kazanmak ve daha çok bina yapmak amaç oluyorsa ve insanların vicdanları en ufak yara almıyorsa; bu olanlar kaçınılmazdır.
Devletin yerel ve ulusal birimleri insan eli ürünü olan binaları doğru dürüst denetlemiyorsa, her önüne gelen, eğitimli eğitimsiz müteahhit olabiliyorsa, müteahhitlik mesleği, belli bir donanımı gerektirmeden, öylesine yapılan bir meslek halini almışsa, ve dağı taşı her yeri elbirliğiyle binalarla donatmak, büyük bir meziyet halini almışsa buna da mı kader diyeceğiz.
Ülkemizde şehirleşme, şehir planlama, bölge planlama, yerleşik hayatın kurallarına riayet etme, hiç mi hiç gelişmemişse, tarihi dokuyu, yerel dokuyu, doğal hayatı her fırsatta bozmak için insanlar adeta yarışıyorsa ve buna bizzat, devletin kurumları aracılık edip, göz yumuyorsa işimiz zor demektir.
Şöyle bir etrafınıza bakın, bizim yaşadığımız şehirde binaların yerleşimine, kat sayısına, yapılışına, yerleşim planına, ne demek istediğimi anlarsınız. Yani uzaklara gitmeye gerek yok. Hep birileri daha çok kazansın, hep kazansın mantığıyla, ne doğal olanı, ne yaşam alanlarını korumadan ve işimize geldiği gibi davranıyorsak, doğanın da bize karşı, aynı acımasızlıkla yanıt vereceği aşikardır.
Ah güzel ülkem, ah güzel insanlar yaşananlar çok ağır olsa da elbet bir gün yaralar sarılacak kalanlar hayata devam edecektir. Fakat bu düzen aynı devam ettiği sürece başka yıkımlar kaçınılmaz olacaktır. Yaşamı insanca ve bilinçle yaşamak, güven duymak, yarınlara umutla bakmak hepimizin en temel insan hakkıdır…