İSTANBUL... İSTANBUL
Ben ilk defa İstanbul’a 1968 yılında gitmiştim. O yıllarda İstanbul da yaşayanlar Türkçeyi İstanbul ŞİVESİ ile konuşurlardı. Şimdiyse İstanbul sokaklarında, İstanbul şivesi kaybolmuş, onun yerini kaba saba şiveler almış. hatta AFRİKA Dilleri ve Ortadoğu dilleri bile baya revaçta
Bundan başka benim İstanbul’u gezdiğim yıllar da, hanımlar çok şık elbiselerle gezerdi. Şimdi köşe başındaki çöp kutularını karıştırıp küçük bebeklerinin ve kendilerinin karınlarını doyurmaya çalışan Suriyeli kadınlarla doldu. Onun dışındaki hanımlarda küçük taşra kasabalarındaki giyim kuşamlarından, ve geldikleri kasabaların ŞİVESİNDEN hala sıyrılamamışlar.
O yıllarda beyler BEYOĞLU’na kravatlı FOTR şapkalı RUGAN ayakkabı ile çıkardı. Şimdi İse Beyoğlu’nda kirli sakallı pejmürde kılıklı Afrika’lı ve Suriye’li erkeklerle dolu olduğunu gördüm. Bugün Taksim’den Tünele doğru yürüseniz BEŞ KRAVATLI ADAM GÖREMEZSİNİZ. Bir kültürün nasıl yozlaştığını açıkça görebiliyoruz.
Sevgi dolu hayallerimizin İstanbul una içinden DENİZ GEÇEN şehrimize ne idüğü belirsiz insanlar hakim olmuş. Eli kanlı katiller şehrin en kalabalık yerinde en kalabalık saatinde bomba atıp günahsız insanları katlediyorlar.
Bombayı oraya bırakanın gazetelerdeki resmine bakın terörist tipi yok. SALAĞIN biri olduğu her halinden belli. Birisi eline o poşeti verdi, oraya bıraktırdı. Bizim halkımızda masum insanların öldüğü olay yerine gidip karanfil bırakıyorlar. Bu bir Müslüman adeti değil. Buda bizim nasıl yozlaştığımızın bir göstergesi diyorum.
Eskiden TAKSİLER filmlerde gördüğümüz gibi, elini kaldırdığınızda hemen ayağınızın dibinde dururdu. Şimdiyse Taksicilerin hepsi, eğer gideceğiniz adres hoşuna gitmezse, bir bahaneyle sizi taksiye almıyorlar. Paranızla rezil oluyorsunuz.
Eskiden İstanbul un kızları çok güzel ve çok görgülü olurdu. Ya da biz taşralılara öyle gelirdi. Ama nüfusun artmasıyla ne idüğü belli olmayan insanların taşradan şehir nüfusuna katılmasıyla durum değişmiş.
İskelede vapur beklerken kızlar oğlanlara baya sıkı sıkı dolanıp, ayaklarının üzerinde yükselip beline sarıldığı oğlanları alttan yani GIDIKLARINDAN öperken görünce çok şaşırdım. Bu eylemlerini yaparken de o kalabalıklardan ne utanıyor nede çekiniyorlardı.
8 Kasım günü DOLMABAHÇE Sarayına gidip daha önce gördüğüm ATATÜRK ün öldüğü odaya bakayım dedim. Oraya 30 yıl önce girmiştim.10 Kasım günü birde baktım Atatürk ün üzerinde öldüğü Basit kırmızı örtülü karyolanın üzerine kırmızı parlak saten örtü sermişler. Hiç gereği olmayan çiçek demetlerini de o örtünün üzerine yığmışlar. Tam bir basitlik. Atatürk bunları görse onları odadan kovalardı.
İstanbul’da kaldığım müddette bütün SELATİN (Padişah camileri) Namaz kıldım. Namaz sonunda Müezzinler o caminin Banisi, yani yaptıran FATİH SULTAN MEHMETİN (veya diğer padişahların) Ruhuna dua ederken kimse bu duaya, ATATÜRK’ü dahil etmedi. Onu yok saydılar.
FATİH SULTAN MEHMET 1453’te İstanbul’u fethetmişti. 13 Kasım 1918’de ise İNGİLİZ LER İstanbul’a el koymuştu. 4 AĞUSTOS 1923 Atatürk tek kuşun atmadan İstanbul’u İngilizler’den geri aldı. Peki Atatürk bu hareket ile FATİHAYI hak etmemiş midir.!!!
SON SÖZ : İstanbul taşradan gelen bizlerin görgüsünü artıracağına her yönüyle yozlaşmış. Afrika ülkelerinin kalabalık curcuna şehirlerine dönmüş.