MADEN KAZASINDA ÖLDÜĞÜ HABERİ GELİNCE
Zonguldak denince içim cız eder. Burada şimdiye kadar birçok madencinin can vermesi yanında babamla da bir ilgisi olduğu için.
1930’lu veya kırklı yıllardır. Kalabalık bir ailenin bireyi olan babam, köydeki tarlaları geçimlerine yetmediği için zaman zaman gurbete gitmekte ve taş ustalığı yapmaktadır. Zonguldak maden kömürü ocakları, eskiden beri gerek çevre köylerinin, gerekse uzaktan gelenlerin ekmek parası sayılır.
Bir gün burada bir ocak çöker ve haber gazetelerde yer alır. Fatsa’ya ulaşan gazetede ölenler arasında “Fatsalı Sabri”nin de olduğu yazılıdır. Haber köye ulaşır ve şimdi Bartın’da bazı ailelere olduğu gibi evimize bir ateş düşer. Aile günlerce komşularla birlikte ağlayıp sızlarken, Zonguldak’tan başka bir haber gelmez. Babamdan iki yaş büyük olan ağabeyi Mustafa, çarıklarını çeker, yollara düşer ve Zonguldak’ta kardeşini aramaya başlar. Araya sora onu bulur. İki kardeş özlemle birbirlerine sarılırlar.
Demek Sabri ölmemiştir. Haber yanlıştır. Ağabeyi, Sabri’yi alıp köye götürmek ister fakat Sabri, yeterince para kazanamadığını söyleyerek çalışmaya devam edeceğini söyler. İşi, kömür ocaklarına giden galerilerin taş duvarlarını örmektir.
Onun yaşadığını belgelemek için iki kardeş, burada gördüğünüz fotoğrafı çektirirler. Çarıklı olan amcam Mustafa, iş giysileri içindeki de babam Sabri’dir.
Mustafa köye dönünce müjdeyi verir. Bütün aile sevinç içindedir.
Bu olaydan ötürü ben, kendimi yalnız bir köylü çocuğu değil aynı zamanda bir işçi çocuğu sayarım. Gençliğe adım attığımdan beri politik tutumumun belirlenmesinde bu kimliğin derin izleri olmalıdır. Ben onların ezilmişliklerine karşı isyan etmeseydim de tuzu kuru burjuva çocukları gibi kapitalist düzene uyum mu sağlasaydım?
1969’da Gazi Eğitim Enstitüsünde “Toplumcular Grubu” olarak seçime girdiğimizde Fikret Otyam’ın madencileri gösteren siyah beyaz bir fotoğrafını amblemimiz olarak kabul etmiştik. Onlar bizden, biz onlardandık. Hepimiz işçi ve köylü çocuğu değildik ama devrimin yükseldiği bir dönemde işçi-köylü ittifakıyla sosyalist bir düzen kurmanın gerekli olduğuna inanıyorduk.
Zonguldak’a birkaç kez yolum düştü. Bunlardan birinde Madenci Altını ziyaret ettim. Kömür ocaklarında ölen işçilerin yıl yıl adları bir duvara yapıştırılmıştı. Fatsalı Sabri adına rastlamadım. İkinci bir kez gidişimde ayaklarım beni gene Maden Anıtı’na götürdü. Bakımsızlıktan adların çoğu yerlerinden kopmuş ve kaybolmuştu! Ölünce kaybolup gitmek yoksulların kaderidir.
Aile tarihinde yer eden bu olay, yaşanan acıların yanında bir hiç kalıyordu. Kelebeğin Rüyası adlı filmde canlandırıldığına göre, İkinci Dünya Savaşı yıllarında kömür ihtiyacını karşılamak için Zonguldak çevresindeki köylerde yaşayan halk için madenlerde angarya çalışma zorunluluğu uygulanmıştı. Şimdiki kaza nedeniyle fotoğraflarını gördüğümüz kömür tozlarıyla yüzleri karaya boyanmış köylüler, esirler gibi birbirlerine zincirlenmiş olarak ocaklara götürülüyordu! Bu film gösterildiğinde onun Cumhuriyet düşmanı bir anlayışı yansıttığını söyleyenler oldu. Olay İnönü zamanında olmuştu. İnönü Atatürk’ün varisi değil miydi? Savaş yıllarında böyle bir angaryayı eleştirecek ne vardı? Bu anlayış, siyasette emekçileri, halkı değil devleti, dolayısıyla burjuvayı esas alan bir zihniyeti yansıtıyor. Bugün de “fıtrat, kader” sözleriyle aynı anlayışı başka biçimlerde sürdürenler var.
Zor ve ucuz işleri hep köylülerin sırtına yüklerler. O yıllarda yaratılan karaborsadan yükünü tutan burjuvalar, onların tango kurslarına giden çocukları da vardı. “Zor günlerden geçiyoruz” denilerek devlet görevlilerinin, milletvekillerinin maaşlarında bir kısıntıya da gidilmemişti.
Bartın köylüleri hangi partiye oy veriyor? En son 2018 milletvekili seçimlerinde AKP % 47, CHP ise % 25.5 oy almış. Recep Tayyip Erdoğan ise oyların yüzde 60.5’ini götürmüş. Neden acaba? Bu sonuçlarda, halkın Tek Parti Döneminden kalan ve babadan oğula geçen anıların etkisi olmasın?
Zavallı işçi ve köylü, sınaya sınaya olgunlaşacak anlaşılan