İĞNEYİ KENDİMİZE BATIRALIM
Nereden geliyorsun?
Şu an neredesin?
Nereye gidiyorsun?
Dünya nereye gidiyor?
“Bu sorular da nereden çıktı?” diyenler olabilir.
Hemen söyleyeyim:
Bir milletin; bu soruları önüne koymasına rağmen, doğru cevaplar verememesi halinde gidebileceği hiçbir yer yoktur.
Kahramanlık şarkıları söyleyebilirsin.
Milli duygular besleyebilirsin.
“En dindar” yarışmasında iddialı olabilirsin.
Ama o kadar...
Sen zaten tercihini “dibek taşı” misali durmaktan yana yapmışsın.
Elbette yukarıdaki duruşların ya da aidiyetlerin hiç bir sakıncası yok.
Hatta bütün bunlar bir milletin ortak özelliğidir.
Bizde bu hasletlerin hepsi de var mı?
Fazlasıyla var.
İyi ki de var.
Ama mesele bu değil ki...
Kritik soru şu:
Seni sarıp sarmalayan değerleri sorgulayıp, özümsedikten sonra üzerine ne ilave ettin?
Geçmişten geleni geleceğe taşıyabildin mi?
Daha basit ifadeyle;
Milli, dini, geleneksel, kültürel değerlerini, çağdaş-evrensel değerlerle bir potada eritebildin mi?
Bu soruya verilecek cevap “kem-küm” düzeyindeyse, “en iyi biziz” demenin hiç bir mantığı yoktur.
Bir milleti kültürle yoğurmadan, bilimle beslemeden özgürlük, gelişme, güvenli yarınlar beklemek mümkün değildir.
Sadece ritüellerle ve bozulmayan-bozulamayan ezberlerle alınacak hiç bir mesafe yoktur.
Şurası belli ki; rahatımızın bozulmasından asla hoşlanmıyoruz.
Güya; kendimize göre tutturduğumuz bir yol var ve burnumuzun dikine doğru yol alıyoruz.
İyi güzel de; rahatını bozup yollara düşen ve mesafeler alan birileri gün gelir, o burunu kendi yöntemleriyle tedavi etmeye kalkışır.
Bu; kaçınılmazdır.
Bu hale geldikten sonra “düşmanı” suçlamak ve hedef göstermek seni hiç bir yere götürmez. Üstelik acizliğin geldiği son noktadır burası...
Düşmanın, düşmanlığını yapmasına şaşırmayıp, doğal karşılayacaksın.
“Ben ne yaptım? Ne yapıyorum?” diye sormak zorundasın.
Eğer bunun yerine “Ben zaten hep doğruları yapıyorum” inadındaysan, işte o zaman önyargının ya da statükonun zalim pençesine düştün demektir.
Zaten şu soru hemen karşına çıkar: “Madem hep doğruları yapıyorsun, bu vaziyet ne? Neden bu durumdasın?”
Neden bu durumda olduğunu itiraf etmek sana zor gelebilir.
Ama acı gerçeklerden kaçamayacağın için ben söyleyeyim:
Hala sakızın orucu bozup bozmadığını bir çözüme kavuşturamadığın için...
Hala camide ön safa geçebilmek adına kavga etmeyi marifet saydığın için...
Camiye öz evlat, eğitime üvey evlat muamelesi yaptığın için...
Bunu yaparak; “Oku” diye gelen ilk emre farkında olmadan ve cahilce karşı geldiğin için...
Bilim yuvası olması gereken akademi dünyasında bilim üretemediğin için...
Birey olmak şöyle dursun, hiç düşünme gereği bile duymadan “kişilerin-fanilerin” ardına düştüğün için...
Böylece beynini atıl bıraktığın için...
Kadına-çocuğa; taciz ve tecavüz ettiğin ve öldürdüğün için...
Hayvanları işkence yoluyla telef ettiğin ve çevreyi hiçe saydığın için...
Hayatında tek bir satır dahi okumadığın için...
Eğitimci ve öğretmene hak ettiği saygınlığı vermediğin için...
Geçmişi unuttuğun yetmezmiş gibi, dünyada olup bitenlere kulak tıkadığın için...
Sinema, tiyatro, resim, şiir, roman gibi sanatsal üretimleri boş ve gereksiz gördüğün için...
Anla artık... Bu kafayla gidebileceğin yerler çok sınırlı…
HOŞÇAKALIN