AYNI ŞEYLERİ YAPARAK FARKLI SONUÇLAR BEKLİYORUZ…
Ters giden bir şeyler varsa, mevcut ve rutin duruşlarla zaman öldüremezsiniz.
Genel bir doğrudur: “Sürekli aynı şeyi yaparak, farklı sonuçlar alamazsınız.”
Bir şeyler ters gidiyorsa, o bir şeyleri değiştirmek gerekir.
Bir şeyler ters giderken, bunun için hiçbir şey yapmıyorsanız bir şeylerin neden ters gittiğine şaşıramazsınız.
İşte hiç bir işe yaramayan ve değişmeyen alışkanlıklarımızdan bazıları:
İşimizi yapmak varken, tribüne oynuyoruz.
Eğitim öğrenim yapmak için değil, iyi not almak için çalışıyoruz.
Mesaimizi en verimli haliyle tamamlamak yerine, bütün gün saatin beş olmasını bekliyoruz.
Vatan millet sevdası üzerine etkili nutuklar atarken, taş üstüne taş koymaya üşeniyoruz.
Dışarıda başkalarına karşı anne babaya saygıyı ve hürmeti savunur görünürken, eve gittiğimizde onları yok sayıyoruz.
Hatta onlar bir anda hayatımızdan çekildiğinde, hiç hakkımız yokken iç geçiriyor ve ağlayıp zırlıyoruz.
Dostluk, arkadaşlık, vefa, sadakat edebiyatı yapıyoruz ama işimiz düşmezse kimseleri arayıp sormuyoruz.
Bire birken başka, toplum içindeyken başka duruşlar sergiliyoruz.
Makam-mevkii ya da para-pula hürmette kusur etmezken, bunlardan yoksun olanları “yok” hükmünde görüyoruz.
Hedefe giden yolda öpmediğimiz el-etek kalmıyor ancak istediğimizi aldığımızda “babamızı bile tanımıyoruz”.
Onu bunu çekiştirme hakkını her nedense kendimizde bulurken, başkalarının hakkımızda bir kelime bile konuşmasına tahammül edemiyoruz.
Seçimden önce gülücükler saçtığımız, her tür cilveyi ve sıcaklığı gösterdiğimiz sıradan insanlara seçimden sonra kapıları kapatıyoruz.
Öptüğümüz ve koklaştığımız insanlardan fersah fersah kaçmanın yollarını arıyoruz.
Bu gerekçeyle telefonlarımız hep meşgul, hep seyahatteyiz, hep görüşmedeyiz, hep toplantıdayız.
Ülkeye ve ülke insanına hizmeti düşünmek varken, memursak amiri, siyasetçiysek başkanı, milletvekilini, genel başkanı daha fazla önemsiyoruz.
Bize oy ve yetki veren halkımızın karşısında eğilmek yerine, Ankara’daki “büyüklerimizin” önünde ceketimizi hep ilikli tutuyoruz.
Siyasi rotamızı, büyüklerimizin iki dudağı arasından çıkacak sözlere göre belirliyoruz.
Halk olarak önce seçip görev veriyoruz, sonra da yaylım ateşine tutuyoruz.
Gazetelerin sadece başlıklarına bakarak edindiğimiz bilgilerle(!) ülke yönetimi konusunda olmayan fikrimizi satıyoruz.
Üstelik bu satışı yaparken hem bağırıyoruz, hem de boş ve çok konuşuyoruz.
Söylediklerimize hak verildiğinde “havalara girerken”, karşıt görüş geldiğinde bir anda hırçınlaşıyoruz.
Hırçınlaşıp saldırıya geçtiğimizde, haklı olacağımız yanılgısına düşüyoruz.
Birileri bilim, sanat, spor sacayağında yükselirken biz, bu üç olguya da sırtımızı dönüyoruz.
Hatta bölgemizde bir kaymakamın, kültür-sanatı kastederek; “Devletin parasını böyle işler için çar-çur edemem” tarzındaki talihsiz ve bir o kadar vizyondan yoksun acınası halini görüyoruz.
“Gâvurun” ticari mallarını boykot etmeyi salık verirken bile, yine onların ürettiği teknolojileri kullanmanın yaman çelişkisini yaşıyoruz.
Kuşkusuz din, toplumların kültürel yapılanmasında önemli bir yer tutar.
Buna rağmen bilim, sanat, spor konularına uzak kaldığımız yetmiyormuş gibi, dini öğrenmede geldiğimiz nokta; “Hocam; sakız çiğnemek orucu bozar mı?” seviyesindedir.
Örnekleri çoğaltmak mümkün...
Sadece bu örneklere bakarak bile olsa, bir kaç asırdır hep aynı şeyleri yaptığımız inkâr edilemez.
Oysa aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar alınamayacağını dünya-âlem öğrendi.
Bunu öğren(e) meyen bir tek biz kaldık.
Terörden, eğitimden, ekonomiden, diplomasiden, sağlıktan, gelir dağılımından önce işte bu sorgulanmalı...
HOŞÇA KALIN