“NE YAZSAM?” DİYE DÜŞÜNÜRKEN…
Bazen olur bana böyle…
“Onu mu yazayım, bunu mu yazayım?” diye düşünür dururum.
Çünki konular dört bir yandan saldırıya geçer.
İstila altındaki beyin, mahsur kalma talihsizliğini yaşar sessizce...
Dışardan görenlerin bunu anlaması mümkün değildir.
Eşten dosttan söz ediyorum.
Sonra bir yerde karşılaşınca; “Geçen yanımdan geçtin ama beni görmedin. Hatta korna çaldım bakmadın.” şeklinde sitem ederler.
Kim bilir ne düşünüyordum?
İşin kötüsü böyle sitemler karşısında verilecek mantıklı bir cevap da yoktur.
“Şunu düşünüyordum” diyemem çünki unutmuşumdur.
Hadi hatırladım diyelim.
Ne düşündüğümü kabaca anlatsam hiçbir işe yaramaz.
Detaya girsem hem uzun olacak, hem de bıktırıcı…
Kaldı ki; onca detayı durup dururken niye anlatayım?
Bana da yazık…(!)
Yazıyı kaleme almak bir şey değil…
Mühim olan o yazıyı beyinde hazırlamak…
Beyinde bir hazırlık yoksa parmaklar ne yapsın?
Eminim yaşadığım bu kaos hali, yazanların neredeyse tamamında vardır.
Ruhun ve beynin doğum sancıları yaşanmadan herhangi bir üretim yapmak mümkün değildir.
Tam bu noktada şu soru akla gelebilir: “Madem bu kadar zorlanıyorsun, o halde niye yazıyorsun?”
İşte bu sorunun cevabı başlı başına bir yazı konusu olabilir.
Şimdilik birkaç cümleyle özetlemeye çalışayım…
Yazmak, en başta ifade edebilme özgürlüğünü sağlar.
Kendini ifade edemeyen onca insanı düşünürseniz, bunun ne bulunmaz bir nimet olduğu daha net anlaşılacaktır.
Sırada düşünceyi paylaşmanın mutluluğu vardır.
Tanıdığınız ve hiç tanımadığınız insanların, Türkiye’nin ve dünyanın bir yerinde sizi takip edip okuduğu düşüncesinin verdiği heyecan vardır.
Tanımadığım bir okuyucunun, filan yazı için beni arayıp konuşmasının verdiği hazzı ve keyfi size hiçbir kelimeyle anlatamam.
Velhasıl işin temelinde tutku ve sevgi vardır.
Bu özetle yetineceğinizi umuyorum.
Elimden geldiğince yıllardır Fatsa’nın ve hatta Karadeniz’in sorunlarını yazmaya çalışıyorum.
Bazı sorunlar; günü birlik olabileceği gibi, bazıları da kronik hale gelmiş durumda…
Hiç kuşkusuz bunlardan biri ve en önemlisi Yukarı Bahçeler’deki altın madeni…
Kapı gibi bilimsel raporlara rağmen, ilgili firmanın ısrarcı tavrı en çok üzüldüğüm husustur.
Çevreyi ve canlıyı tehdit eden işler yapacaksın, devlete sadece yüzde iki pay vereceksin ama çalışma süresini 12 yıl daha uzatmak için ilgili kuruma başvuruda bulunacaksın.
Öte yandan siyasilerimiz konuya ilişkin ağızlarını açıp tek kelime etmeyecek…
Neden? Ve bu ısrar niye?
Fatsa olarak İnceleme Denetleme Kurulu’na yapılan başvuruya itiraz ettik.
Ve hukukçularımız itirazlarında haklı bulundu.
Sürecin temyiz aşaması var mı bilmiyorum. Şimdilik istenen ek süre engellendi.
Emeği geçen her kim varsa her birini yürekten kutluyorum.
Son zamanlarda Fatsa’da yaşamak iyice zorlaştı. Kaldırımda yürümek, araç kullanmak artık bir kâbus…
Yılların ihmaline derhal bir çözüm bulunmalı…
Öte yandan ihtiyaç sahibi nice insanımız var. Kaymakamlık, belediye, dernekler ve hayırseverler belki ellerinden geleni yapıyor ama göründüğü kadarıyla bu çalışmalar yeterli gelmiyor.
Tez elden sistemli ve kalıcı bir çözüm bulunmak zorunda… İhtiyaç sahibi ailelerin tespit edilmesi bu kadar zor olmamalı çünki…
Daha bir yığın sorunumuz var ama bitirmek zorundayım.
Ramazan Bayramınızı tebrik ediyorum. HOŞÇA KALIN