“GEÇEN HAFTAKİ YAZINI HİÇ BEĞENMEDİM”
Garip bir iştir yazarlık…
Bazen bir kelime üzerinde dakikalarca düşünmektir yazarın işi…
Herkesin katlanacağı bir durum değildir.
Yazar için her hangi bir sıkıntı yoktur oysa…
Başkasına “eziyet” gibi gelen şey, onun en büyük keyfidir çünkü…
“Bir insan niye yazar ki?” sorusu hep sorulmuştur.
Hiçbir zaman da sağlıklı bir cevap bulunamamıştır.
Belki de “yazma” eylemindeki amaç, kişiye göre değiştiğindendir.
Buna rağmen hepsinin birleştiği bir nokta vardır tabi…
O da hiç kuşkusuz; yazmanın dayanılmaz cazibesidir.
“Bir insan niye yazar?” sorusu için kişisel fikrim şudur:
Kendini ifade etmek…
Basit bir söylem gibi görünebilir ama bütün mesele budur aslında…
Kendini ifade etmekten, sadece şahsından söz etmeyi kastetmiyorum.
Beynini “tırmalayan” hemen her konuyu ifade etmekten bahsediyorum.
Zaman zaman kendini anlatmak da vardır işin içinde…
Fakat genelde yazmanın ve anlatmanın kendisiydi beni bu işe zorlayan…
Aksi halde bir insan, 86 yılında başladığı yazı serüvenini bu güne kadar nasıl sürdürebilir?
Okuduğum bir haber üzerine kaleme almıştım ilk köşe yazımı…
O haber, ölümlü bir trafik kazasıydı ve aracın sürücüsü alkollüydü.
Haliyle yazımın başlığı da; “Şişedeki Canavar” olmuştu.
İşte o gün, bu gün kendimce yazıyorum.
Bu güne kadar yazılarımı kimlerin okuduğunu tek tek bilemedim tabi…
Fakat ummadığım çevrelerin, yazılarımı ilgiyle takip ettiğini biliyorum.
İnsani olarak bu durumdan haz duymamak mümkün değil…
Kişi, yaptığı işin takdir ve değer görmesinden dolayı nasıl mutlu olmaz ki?
Her ne kadar bazı insanlar, yaptıkları her hangi bir çalışma için; “Zaten bu benim işim… Takdir görmek için yapmıyorum ki…” gibi beylik laflar etse de işin aslı öyle değildir.
Takdir görmekten, onların da gizliden gizliye memnun olduklarını düşünüyorum.
Fakat bunu neden gizleme gereği duyduklarını hiçbir zaman çözemedim.
Hangi psikolojinin sonucu olduğunu zaten öğrenemedim.
Yazarlık elbette sadece bir gül bahçesi değildir.
Çünkü; her okuyucunun düşünceye ve olaylara bakışı aynı düzeyde olamayacağı için, yazdıklarımın herkes tarafından beğenilmesi ve takdir görmesi mümkün değildir.
“Son çıkan yazını beğendim. Kalemine sağlık…” dediklerinde elbette her şey yolundadır.
Ama “Bu haftaki yazını hiç beğenmedim” tepkisini duyduğum da olmuştur.
Haliyle neden beğenmediğini mutlaka sorarım.
Kimi yazıdaki düşünceyi, kimi de yazının tarzını beğenmemiş, sevmemiş olabiliyor.
Tuhaftır; kimi de “Beğenmedim işte…” deyip işin içinden çıkabiliyor.
Bunu daha çok yakın dostlarımdan duyuyorum her nedense...(!)
Yıllardır bu rutini yaşıyorum. İşin bir parçası çünkü…
Buna rağmen “Dikkat ettiğin, özen gösterdiğin nedir?” diye sorarsanız…
İlk gözettiğim nokta “samimiyet” olmuştur hep…
Samimiyetten uzak, klişe yazılardan nefret etmişimdir.
Okurun da aynı eziyeti çekmesini istemedim hiçbir zaman…
Kaldı ki; samimiyet empatiyi sağlıyor. Bu da işleri kolaylaştırıyor.
Belki de bu sayede hangi konuyu işleyeceğimize bazen okurlarımla birlikte karar veriyoruz.
Bundan duyduğum memnuniyeti ifade etmem mümkün değil…
Bu hafta sizinle sohbet etmek ve dertleşmek istedim.
Yazarın dünyasını anlatmak hiç de kolay değil… En azından bir çırpıda anlatmak çok zor…
Daha güzel konularda ve günlerde görüşmek dileğiyle hepinize teşekkür ediyorum.
HOŞÇA KALIN