ATASÖZLERİ
Atasözlerinin yargılandığı şarkı sözlerinin suçlu ilan edildiği dönemlerden geçiyor bu ülke. Yüzyıllar önce söylenmiş sözleri söyleyeni hapse attıran bir düzenden geçiyor bu ülke…
Suskunluğun düzeni galip geliyor yaşamda, öğretilmiş sorulara, ezberlenmiş cevapların verildiği, sorusunu şaşıranın oyun dışı kaldığı bir dönemin haylaz çocukları olduğumuz bir dönem…
Çocukların öğrenmenin anlamını yitirdiği, daha fazla çalışmanın ve daha iyi olmanın yetmediği, vicdanların kapısına kilit vurduğu bir dönem…
Eşitliğe özlem duyarken, eşitsizliğin damarlarımıza yayıldığı, ayrıcalıkların uçurumlara dönüştüğü ve yaklaşanı kaybettiği bir dönem…
İnsanlar, nesneler, hesaplar, kitaplar karışıyor birbirine, sayılar, doğrular, yanlışlar un ufak oluyor…Gözlerin gördüğünü, yürekler hissetmiyor… Bir vurdumduymazlık ki, akıl alır gibi değil… Bir sessizlik ki inanılır gibi değil…
İnsan olmanın erdemi, insan olmanın hatası yok sayılıyor..Dönüp dolaşıp aynı yanlıştan doğruyu elde etme çabası ise inanılır gibi değil…
Varlığımız ve yaşantımız tek bir kişinin ağzından çıkacak kelimedeki sihre bağlanmışken, o kelimenin neyi anlattığı ya da nasıl bir yola sevkettiği ise hiçbir şekilde sorgulanmıyor. Öyle bir kelime ki cümleler birbirine bağlandıkça, içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Çaresizlik öğrenilmiş, ne kadar mağdur olunursa o kadar biat edilirken, ne kadar acı çekilirse o kadar hevesle ateşe düşen pervaneler misali yanıyoruz…Ve ısıtılmış kurbağalar gibi ne sıcağın ne yangının farkında bu bedenler…
Oysa üzerimize atılan her bir toprağa ağzımızı gözümüzü açıp beklemeden, bir silkinebilse bu bedenler atacağız bir bir toprak parçalarını..Yüzümüzü gözümüzü kanatan taşların yaraları iyileşecek yavaş yavaş… Yeniden hatırlayacağız düşünmeyi, hayal etmeyi ve insan olmanın gerçekte nasıl olduğunu…Soran, sorgulayan ve gören bireyler olmayı… Ve yeniden hatırlayacağız ağacın yeşilini, denizin mavisini, çiçeğin rengini… Yeniden hatırlayacağız düşünmeden söz söylemeyi…