BU KRİZİ NİYE YAŞIYORUZ?
Malum; ekonomik bir kriz yaşıyoruz.
Siyasi görüşümüzün, sosyal düzeyimizin, ekonomik seviyemizin, yaşımızın veya cinsiyetimizin hiçbir önemi yok.
Her şeyin dövize bağımlı olduğu bir sistemde, kurun aşırı yükselmesinin büyük bir sıkıntıya yol açması bütün kesimler için kaçınılmazdı zaten…
Bu gerçeği görmezden gelemeyeceğimize göre, biz, olayın başka boyutlarına bakalım.
Krizle birlikte ülke olarak tartışmaya da başladık.
Elbette tartışacağız.
Görüşler taban tabana ters de olsa tartışmak zorundayız.
Demokrasilerde bundan daha doğal bir durum olamaz.
Her ne kadar; ”Demokrasi dediğin nedir ki?” diyenler olsa da…
Artık biliyoruz ki; ancak kapalı rejimlerde tartışılamaz.
Şükür ki; kapalı bir rejim değiliz.
Buna rağmen yanlış tartışıyoruz sanki…
Bana göre bir vatandaş ve birey olarak değil, her hangi bir siyasi görüşün fanatiği veya taraftarı olarak tartışıyoruz.
Böyle olunca da tartışmaların geneli en hafif tabiriyle hakaretlerle son buluyor.
Suçlamalar, etiket yapıştırmalar da cabası elbet…
Belli ki; bunun bir faydasını görmeyeceğiz.
Çünki birçoğumuz, bizi emniyette tuttuğuna inandığımız önümüzdeki duvarların yıkılmasını istemiyoruz.
Duvara toslamak kaçınılmaz oluyor böylece…
Oysa hadiseye daha geniş çaplı bakmak zorundayız.
Son günlerde hararetle tartışılan “dış güçler” konusundan girelim içeri…
Kimine göre olan, kimine göre olmayan dış güçlerden kastedilen ne?
Önce bu sorunun cevabını bulalım.
Sağa sola yalpalamadan söyleyelim ki; ABD’nin başını çektiği küresel sermaye ve emperyalist sistem dış güçlerin ta kendisidir.
Bunun böyle olmadığına dair kimin itirazı olabilir?
Tam bu noktada yıllar önce edindiğim bir bilgiyi sizinle paylaşayım.
Hiç şüpheniz olmasın. ABD’nin Türkiye üzerinde yaklaşık yetmiş yıldır uyguladığı formül şudur:
“Kontrol edilebilir istikrarsızlık”
Bu süre içinde neler yaşadığımızı şöyle bir gözden geçirelim mi?
1960 ihtilali, 71 muhtırası, sağ-sol çatışmaları ve 12 Eylül askeri darbesi, 28 Şubat, 15 Temmuz Darbe Girişimi… 94’teki 5 Nisan kararlarına ilave olarak 99 ve 2001’de yaşadığımız ekonomik krizler... Yaklaşık 40 yıldır mücadele verdiğimiz PKK terörü… İdamlar, uçak ve helikopter kazaları, Madımak olayı, faili meçhul suikastlar, cinayetler…
Unuttuğum varsa ilave edin lütfen…
Milletimizin bağrına hançer gibi saplanan bütün bu olaylar, yukarıda sözünü ettiğim formülün başarıyla uygulandığını göstermeye yeter de artar bile…
Gördüğünüz gibi düşman, her fırsatta düşmanlığını yapıyor. Yapacak…
Öyleyse buna şaşırmak ve bütün dikkati sadece dış güçlere yönlendirmek yersizdir.
Bu saldırılara karşı toplu bir duruş sergilemek ve ötekileştirme siyasetinden vazgeçmemiz gerektiği o kadar açık ki…
Aslında bütün virüslere karşı bünyeyi sağlam ve sağlıklı tutabilmektir önemli olan…
Ve şimdi de ağır sarsıntılara sebebiyet verecek ekonomik kriz…
Acaba biz hep doğruyu mu yaptık? Yanlışımız olmadı mı hiç?
Aldığımız ekonomik kararlar gerçekten isabetli miydi?
Bu güne kadar elde ettiğimiz refah payını adil bölüşebildik mi?
Ücretlerde, hizmetlerde ve piyasada bunun yansımalarını görebildik mi?
Bölgeler arası gelişmişlik farkını en aza indirebildik mi?
Sıcak paraya muhtaç bir ekonomiden kurtulmak için ne yaptık?
Tüketim ekonomisinden, üretim ekonomisine geçme adına attığımız bariz adımlarımız oldu mu?
Kayıt dışı ekonomi konusunda hangi noktadayız mesela?
“İnsanı yaşat ki; devlet yaşasın” dedik ama insanı yaşatmak için gereken çabayı gösterdik mi?
Parti içi demokraside yol kat edebildik mi?
Özellikle adalette, insan hak ve özgürlüklerinde imza attığımız uluslararası kurumlarda, bizim için düzenlenen karnelerdeki kırık notlarımızı düzeltebildik mi?
İşte bütün bunları ve daha fazlasını gocunmadan, iyi niyetle ve gerçekten arzu ederek sorgulamak ve tartışmak zorundayız.
Yine siyaset kurumunun içinde ama partizanca yaklaşımlardan uzak durarak hem de…
Aksi takdirde doğruyu bulamayız.
Peki; bunu başarabilir miyiz?
Bilemiyorum. Ama bildiğim tek şey başarmak zorunda olduğumuzdur.
HOŞÇA KALIN