KADININ “İNSANLIĞINDAN” FAYDALANMAK…
Yılın belli tarihlerinde kadına yönelik günler kutlanırken popülist yayınların ve tartışmaların yoğunlaştığını görüyoruz.
Bu durumu her yıl yaşıyoruz.
İşin tuhafı; o gün bittiğinde bir anda her şeyi unutuveriyoruz.
Ta ki; ertesi yıla kadar...
364 gün kadına her türlü eziyeti reva gören insanlık, (erkeklik de denebilir), mesela Kadınlar Günü’nde bir anda hidayete eriyor.
O bir günün hatırına kendini affettirmeye çalışıyor.
Hediyelerle sürprizler yapılıyor, güzel ve şatafatlı sözler ediliyor.
Affınıza sığınarak en insaflı tabirle buna “riyakârlık” demek istiyorum.
Erkeklerimiz; güya işin kolayını buldular.
Hani kadınlar; hediyelere ya da güzel sözlere bayılır ya... O bakımdan...
Buna ancak kadının “insanlığından” yararlanmak denebilir.
Buna bile tenezzül etmeyenleri de unutmayalım tabi…
Bu arada bizim Karadeniz’e ne oluyor bilmiyorum.
Kadına şiddet yılda 41 iken, bu rakam bir anda 68’e çıkıyor.
Varın yüzdesini siz hesap edin…
Şu sorunun cevabı verilmek zorunda:
Neden Dünya Kadınlar Günü denince ülkemizde ille de “kadına şiddet” konusu hatırlanır ve bu yönde yayınlar yapılır?
Ve neden sadece caydırıcı cezalar daha çok gündeme gelir?
Kısa vadede belki ama uzun vadede yaptırımlar nereye kadar çözüm olabilir?
Zihinlerde ve gönüllerde felsefi ve kültürel bir devrim yapmadan bu işin kalıcı bir çözüme kavuşacağına inanmak ne büyük safdilliktir.!!
Kediyi, köpeği koruyup kollamaya çalışan bizler, aynı şefkati, merhameti ve sevgiyi kadına gösterseydik ortada sorun filan kalmazdı.
Esas noktaya gelelim...
Gelenek göreneklerden yola çıkıp, yanlış yorumlanan dini gerekçelerle kadını öteleyip günlük yaşamdan izole eden hiç bir toplum tam değildir.
Zayıftır... Acizdir... Ve güçsüzdür.
Bu konuyu hangi alan ve görüş açısıyla ele alırsanız alın, kaçınılmaz olarak geleceğimiz nokta burasıdır.
Teşbihte hata olmasın.
Bir kışu kafese koyduğunuzda onun doğal yaşamına müdahale etmiş olursunuz.
Tabiatın dengesini bozmaya hangi canlının, ne hakkı var?
Kadını da, hayatımızın birçok alanından soyutlayarak ötelemek, bundan başka bir şey değildir.
Aslında biz erkeklerin fark edemediği bir durum var.
Kendimize göre sözde gerekçelerle kadını dışlamak, ona baskı ve şiddet uygulamak aslında kendi can suyumuza set çekmektir.
Yanımızda olduğunda kadının bize güç ve derman olacağını anlamamaktır.
Erkeklik içgüdüsünü tatmin ettiğimizi zannederken, kendimizi boşluğa atmaktır.
Alın size bir örnek:
Yıllardır “namus” kavramını kadınlar üzerinden anlamaya ve anlatmaya çalıştık.
Hem de namusun tam bir tarifini yapamadan bu işin içinden çıkmaya çalıştık.
Tarif edilemeyen namus, sanki sadece kadına has bir durummuş gibi...
O kavramı beyin ve zihinlerde aramak, sorgulamak ve sağlıklı bir sonuca ulaşmak varken biz tuttuk başka adreslerde aradık…
Bu nasıl gelenektir ki; töre cinayetlerinde hep kadın öldürülür?
Madem bir ceza vereceksin, erkeği neden bundan muaf tutarsın?
Kadını o duruma düşüren erkeğin ayrıcalığı nedir?
Kim ne derse desin; kadına bakışımızda çok ciddi sakatlıklar ve arızalar vardır.
Üniversite bitirenler bile kadına şiddet uygulamaktan çekinmezken...
En centilmen görünenler bile türlü yanlışlar içindeyken...
Boş yere aydırıcı cezalarla bu işin önüne geçebileceğimizi ummayalım.
Cezalar elbette olsun.
Ama bu; “İdamsa idam, hadımsa hadım” boyutunda kalmasın.
Ruhsal, zihinsel ve kültürel devrim şarttır.
Daha doğrusu değişim şarttır.
HOŞÇAKALIN..