NERDEN NEREYE?
Bugün biraz siyasetten uzaklaşıp doğduğum yerlerdeki dünü bugünü dile getirmeyi düşündüm. Esasen baskıya hazır hale gelen son kitabımın adı ve konusu da ‘’Nerden nereye?’’ dir. Ancak burada amacım kitabın bir özetini yapmak değil şöyle bir gezinti yaparak eski günleri anmaktır. Kısa kısa özetleyelim:
Bundan 50 yıl önce köy yolları sadece yaz aylarında uzun süre kurak gitmesi halinde ve sadece kamyon ya da jeepler için kullanılabilirdi. Sadece Sahil Yolu, Fatsa-Çatalpınar-Kabataş-Aybastı Yolu ile Fatsa-Çamaş Yolu vardı. Fatsa-Çamaş Yolu da asma köprüden geçer Şahsen Irmağı Söken üzerinden çıkılırdı. Çamaş’tan sonra Gürgentepe’ye de araç yolu yoktu. Sonradan yapıldı. Pazartesi günleri köy ağaları kamyonların şoför mahallinde, halk ise kamyonların üzerinde şehir merkezine inerdi. Kamyon viraj dönerken kasada bulunan 30-40 kişi bir sağa, bir sola yelpaze gibi sallanarak yolculuk yaparlardı. Çoğu zaman asayişi sağlamak adına Meşebükü’nde bugünkü benzin istasyonunun orada yolcu dolu kamyon durdurulur, arama yapılırdı. Birkaç kez kamyon durdurulduğu an üzerinden atlayıp kaçanların varlığına tanık olduğumu hatırlıyorum. Ya kesinleşmiş cezası nedeniyle arandığı, ya da üzerinde silah olduğundan yakalanmamak için kaçtığı söyleniyordu. Bu ulaşım ilkelliği nedeniyle köylerden atlarla gelenleri görmek mümkün idi. Hatta Dumlupnar Mahallesi, Reşadiye Caddesinin deniz tarafında olan evimin penceresinden bindiği at ile denize girip, atın ayaklarını yıkamaya çalışanları sıkça gördüğüm oluyordu.
Nüfusu 10 000 kişinin bile altında olan Fatsa şehir merkezi pazartesi günleri adım atılmaz bir hal alırdı. Bugünkü gibi herkes kafası estiğinde şehre inip ihtiyacını karşılama olanağına sahip olmadığından herkes pazartesi günleri akın ederdi. Kamyonlar şehrin içinde, hatta kavlan ağacının yanında sıralanıp köye yolcu alırdı. Yazları sebze, kışları saman ve başkaca hayvan yemleri kamyonların ana yükü olurdu. Düşünebiliyor musunuz bugün taşıt trafiğine kapalı olmasına karşın insanların yürüyüşüne bile yeterli olmayan Reşadiye Caddesinin üzerinde arka arkaya sıralanmış, yolcu bekleyen kamyonları… işte nerden nereye geldiğimizin en çarpıcı örneğidir bu durum.
Hiç unutamadığım bir durum da gece bekçileridir. Gece uykunun en tatlı olduğu saat 02.00-03.00 sularında safara denilen bekçi düdüğünü uzun uzun çalarak Reşadiye Caddesinden Sakarya Caddesine yürüyerek asayişi berkemal etmeye çalışırlardı.
Merkez Büyü Caminin yan tarafında bulunan sonradan kaldırılan mezarlıktan yukarı geceleri geçmek yürek isterdi. Esasen gerek de duyulmazdı. Çünkü sadece gündüzleri faal olan Sakarya İlkokulu ile elektrik santralinden başka o bölgede bina yok gibiydi. Mezarlıkla cami arasındaki yol adeta tünel gibi ağaçlarla ve dikenlerle kaplanmış durumdaydı. Daha neler anlatılabilir neler… Benden bu kadar.