FELAKETLERİN DİLİ
Orman yangını felaketini önlemek için ağaç-toprak-kurumuş ot, çalı çırpı ilişkisini dillendirmiştim. Ardından sel felaketleri geldi. Çok yağınca kudurdu sanki akarsu yatağında sular, ne bulduysa kattı önüne sürdü denize. Ne tomruk dedi, ne köprü, ne araç, ne ev, ne can! Mala gelsin felaket, canlar sağ olsun derdik ya nice canlar verdik hepsi de gariban. Niye veremedik onlara akarsu öfkesi köpürünce acımaz kimseye, sev onu sakinken ama kıyısına ev ocak sakın kurma dersini! Yazık olmadı mı adı Bozkurt Kastamonu ilçemize! Her sene sel görmüyor muydu Karadeniz ki önlem için köklü çalışmalar yapmadık? Ne acı!
Sinop Ayancık ilçesinde 47 evin yıkıldığı Babaçay köyü vatandaşından şu sitemi duyduk ekranlarda: 35 yıl önce burada heyelan olmuştu. Afet evleri yapıyoruz diye bizi getirip bu derenin içine doldurdular. Ne düşündürücü sitem! 1986 yılında yukarıda toprak kaydı diye aşağı kurmuşlar evleri, dere yatağına yani. Ufkumuzu açtı denen Merhum Özal iktidardı o zaman. Tarım, Orman ve Köy İşleri Bakanı da sevdiğim yeğenim, en güvendiğim dediği İnşaat Mühendisi Hüsnü Doğan’dı. Bayındırlık Bakanı Merhum Safa Giray da inşaat mühendisiydi. Bu üç dev isme rağmen dere yatağına ev ha…üstelik afet evi! Şaka gibi değil mi? Sadece Babaçaylı vatandaşın bu sitemi bile o zaman da eleştiri, uyarı yapanlar olduğuna kanıt. Bizde makama gelince halkın sesini duymama görenek mi acaba? Kendi sesinden dinlemiştim, hiç unutmam: Özal, siyaseti hesap günü için yapıyorum diyordu. Ona sorulacaktı: Yetişmiş insandın, milletin-devletin için ne yaptın? Düşünüyorum da dediğine göre ona da ilgili bakanlarına da Babaçay’da yıkılan evlerin hesabı sorulacak.
2015 Ordu vekil aday adaylığı gezilerim sırasında gerek muhtarlardan gerekse STK mensubu ve kanaat önderlerinden çok ah işitmiştim. Hepsi de dönüp dolaşıyor, şu ana fikre geliyordu: Hep nutuk dinliyoruz, siyasetçiler bizi hiç duymadı, duymuyor. Karşı çıktım tabi onlara; bir ilk gerçekleştiriyor, aday belirleme kriteri olarak STK temayülü de yapıyoruz, ülke genelinde 6 bin üstünde aday adayı var, böyle ilgi gören parti olmadı hiç dedim. Bellidir adaylar bellidir, o temayül de gaz alma dediler. Haklı da çıktılar. 2 dakika dinledi mülakat komisyonu beni. Nasıl not verilir bu sürede? Bu yaşadığım şokla başladım halk algısı soruşturmaya. 6 yıl sonra da anladım ki dediğim bu ana fikir yaygın. Halk kendinden olabileni görmek istiyor siyasette.
Siyasetçinin dünyada da işi zor, hesap gününde de. Bu nedenle “Halk ne diyorsa o!” teziyle tarihe tanıklık için yazıyorum. İnancım ve duam da odur ki temsil ettiği insanların sesi olabilenler, bir gün Halkı Kalkındırma Platformu ışığını yakacak, dünyanın da gıpta edeceği gerçek demokrasi yolunu açacaktır. Bu idrake ulaşabilmeleri için sebepler kıl Allah’ım!
Ak Parti üyelerine gelen Genel Başkan imzalı mesajda şu yazıyor: Kuruluşunun 20.yılına ulaştığımız partimiz, sizlerin katkısı ve emeğiyle inşallah tarihe şanla, şerefle, iftiharla yazılan eserler üretmeye, hizmetler vermeye devam edececektir. Okudum ve düşenekaldım: İnanç ve duama mı uyulmuştu ne? Özlem mi, temenni miydi bu söz yoksa nedamet getiriliyordu da yeni bir yapılanmayla 2002 ruhuna dönme kararı mı verilmişti? İnşallah ikincisidir diye dualarla soraduruyorum şimdi:
3 dönem seçilme ilkesi bile getiren garip gureba partisi hep belli kişileri gözetmekten vazgeçip tüm yol arkadaşlarına da millet fertlerine de eşit mesafede durabilecek, İslam dinine de ait liyakat ilkesine uyabilecek mi? En ağır toplarını surlarında gedik açmaktan vazgeçirebilecek mi, yeniden el ele verebilmek mümkün olabilecek mi? Ulaşılmazlık zırhından çıkılıp halkla iletişim kurulabilecek, herkesin derdi dinlenebilecek mi? En önemlisi de az çok taraftarı olduğuna inandığı için aday adayı olup davasının propagandasını yapmışlarla gruplar halinde istişareler edilecek, her biri de istediğinde üst düzeydekilerden randevu alabilecek mi? Acaba sırt sıvazlama, ikramlarla avutma-aldatma devrinin artık geçtiği anlaşılabildi mi? Son günlerin atışma konusunu örnek olarak şu şekilde değerlendirip konunun önemini ortaya koyabilmek mümkün:
Merhum Celal Bayar’ın sesinde Atatürk sen bizdendin diyen millet, otobüsten çay atmayı ikramdan çok kendini değersiz tebaa görebilir gibi bir hassasiyet akla bile getirilmedi. Bir Tv.24 yorumcusu da körtarafça savunmayla halk bunu içmeyip cumhurbaşkanımızın hatırası diye saklayacak diyebildi. Bu anlayış, İslam ve nezaket dışı bir putlaştırma, tapınma kültürüne ait değil mi? Ayrıca biz bu millete efendi değil, hizmetkâr olmaya geldik sözüyle çelişmez mi? Kraldan fazla kralcı olmak için kaş yapayım diye göz çıkarmak böyle oluyor işte.
Hatasız kul olmaz, hatamla sev beni diyor ya Orhan Gencebay şarkısı. Halk da 20 yıldır öyle yaptı. Reis, vesayeti bitirdi ve ABD piyonu bir ucu bukalemun, diğer ucu da silahlı terör örgütleri değneğini tam ortasından kavrayıp silkeledi de tarihî destanını yazdı diye. Lakin ardından gelen felaketlerin diline göre gerekli önlemler alınamadı. Şimdi de ABD ikinci bir satranç masası daha kurdu. Ona karşı yürütülecek Afganistan politikası çok önemli. İslamî terör propagandasına ana kaynak oldu orası. Afgan Devletini İslam maskeli terör örgütünün ele geçirmesine
niye izin verdi ABD, hesabı ne?
Bizim ne Mevlana’mız ne Yunus’umuz var dünya gündeminde. Onlar da tarikat şeyhiydi halbuki. İslam terörü, şiddetiyle korku servis ediliyor hep. O kadar ki dehşete kapılıp uçaktan düşen insanlar gösterildi tüm dünya ekranlarında. İçimizde de tarikat ve Atatürk düşmanlarına hamilik çekişmeleri kaynatılıyor sürekli. Tercümanlar bile çekişme gündemi oldu. Araçlara, vücutlara dövmelenen K.atatürk imzası git gide artıyor. Bizim gençliğimizde niye yoktu hiç? İnsanların içine kurucumuza ve rejimimize karşıtlık kurdu nasıl ve neden düştü? Bizi Orta Doğulu sanıp sözde dinî liderli bukalemun örgütle darbeye kalkışan ABD, milletimizin rejimi için nasıl şehadete yürüdüğünü gördü. Dövmelerin dilini de çözmüş, milletimizin ezici çoğunluğunun Ata rejimi için neler yapabileceğini de anlamıştır ama yine de yeni oyun ve piyon hamleleriyle akla gelmeyecek felaketler planlayabilir. Onları savmak için de yeni destanlar yazmak zorunda kalabiliriz. Yangın ve sel felaketlerinin dilini bildiğimiz halde gereken önlemleri almadık. Boş bulunmanın çilesi ağır, ne canlar kaybettik! Felaketlerin diline tetik önlemler şart!