MİLLETİNİ AKLEDEN DEVLET
EĞİTİMCİ YÖNETİM ÖZLEM
Covit-19 salgını, Mayıs 2020’den beri insanlardan uzak bahçeli evde yaşamamı gerektirdi. Eşimin amansız hastalık kontrolünü de 4 ay geciktirdik ya şüpheli ağrıları artınca izinle yola çıktık. Gece iyi uyuyamayan eşimin yolda başı tuttu. Kusunca da bir an önce en yakın sağlık kuruluşuna ulaşmak istedim. Serde salgın derdi de var ya! Duble yolda 110+ % 10 yani 121 km.hız sınırını bildiğim için 120’ye ayarlı ilerliyorum. Hızölçer aracından önce trafik kontrol uyarısı koymak da Yargıtay içtihadı. Lakin bu aracı öyle kuytu bir girintiye pusulamışlardı ki görebilene aşk olsun! Trafik kontrol levhasını da bu araçtan sonra polislere yakın bir noktada gördüm. Belki pusudaki araçtan önce de vardı ama göremediğime göre o da pusulanmış olmalı. Halbuki görülebilecek yere konması lazım. 120’yle gidiyorum diye aklıma hız falan gelmiyor ya polis sağa çektirince sordum: Rutin kontrol mü? Gülücükle evet dedi genç polis, ehliyet? Verdim, aldı gitti. Bir süre sonra ceza fişini imzaya uzattı. Meğer gazı azıcık kaçırmışım. Eşim çok rahatsız bir an önce hastaneye ulaşmalıyım, covit korkusu da yaşıyoruz camdan biraz uzak durabilirseniz sevinirim dedim. Uyarıma aldırmadan hız sınırını 6 km. aştınız, cezanız dedi. Gülücüklü yüz ifadesi nasıl düşürdüm tuzağa sizi diyordu adeta!
Dedim ki 120’yi aşmam hiç, emekli hocayım ama eşimin paniğiyle ayarı kaçırdığımı fark edemedim herhalde, özür dilerim, size yazılı gerekçemi imzalayıp vereyim, önüme çıkan ilk hastane giriş ve tedavi kayıtlarını da hemen postaya veririm, eşim de % 90 ağır engelli, amirinize iletin cezamı af buyursun; emeklinin geliri belli, 43 yılda 50 bin öğrenci yetiştirmiş eğitimciyim. Suç kastım olabilir mi? Devletin cezacı soğuk yüzü cevap şuydu: Böyle bir uygulama yok, ikâmetinizdeki mahkemeye başvurun, af yeri orası! Yargıtay içtihadını hatırlatıp tartışmaya girmem faydasızdı. Bu yüzü bir kere Ünye’de de görmüştüm: 77 yerine 78 km. hızla adrese teslim cezam için birkaç km.lik ayar kaçırmanın doğallığını sulh hukuk hakimine ne sözlü izahımla ne dilekçemle kabul ettirememiştim. Sonra Ordu ili elektronik ceza şampiyonu olarak medya gündemine bile düşmüştü. Keşke Ordu’dan geçmez olaydım diye ekranlardan feryat figan eden vatandaşlar, Belediye-şirket iş birliği sorumlu nifakıyla doldurulmuştu hep! Bu nifak fısıltı doğru muydu değil miydi bilemem, iddia da edemem ama somut sonuç devletin halkına tuzak kurduğu algısıydı.
Bu yaşıma kadar devlet-millet güvensizliğini duyageldim. Siyasîlerin garson devlet, efendilik değil hizmet, devletin milletle buluştuğu yerdeyiz…gibi yuvarlak sözlerinden de bıkkınlığın canlı şahitlerindenim. Bu büyük millet hep cezayla yıldırılma ile vergi yüküne boğulmayı gördü istisnasız tüm iktidarlarından. Bir de vergi ve ceza af veya yapılandırmaları bitmedi gitti. Bu da hem af bekletisine davetiye hem de hassas vatandaşlara haksızlık oldu. Bana göre kul hakkıdır ve Allah’ım karışmayacak! Hiç güleryüzlü rehberlik görmedi devletinden millet ve eğitimci yönetim özlemi içinde. Bu örnekleri trafik suçumu savunmak için veya kimseyi karalamak için vermedim. Devletin cezacı, baskıcı, soğuk yüzünden düşman-hain faydalanmasını önleyebilecek bir eğitimci yönetimi önermek amacım. Emniyet içinde psikolog, sürücü ve ilgili uzmanlardan oluşan ekip benim polise ilettiğim mazereti değerlendirip zaten yoğun mahkemeleri bu yükten kurtaramaz mı yani? Dijital bilgi ve iletişim çağında değil miyiz? Ayrıca yol boyunca dikkatim çekti, aynı özellikteki yolların hız limitleri farklı. Kimi 50, kimi 70, kimi 90, kimi 110. Gel de şaşma! Bu tuzak denetimler, duble yollara rağmen önleyebildi mi kazaları, yine terörden çok can almıyor mu trafik? Teknoloji destekli eğitim ve düzenli rehberliğe dayalı Trafik Eğitim ve Yönetim Kanunu (TEYÖK) niye kimsenin gündeminde yok hâlâ?
Her alanda vatandaş devletin soğuk yüzüyle karşı karşıya. Çok basit çözümlerle insanları mutlu etmek varken bu yüz niye? Herkesi dijital kayıtla takip de mümkün değil mi artık? İş yapmak, üretmek, hizmet vermek isteyenlerin burnundan getirmekten vazgeçelim artık! Her alanın meslek mensupları, uzmanları, bilim insanlarının da var olduğu komisyonlarla eğitim ve rehberlik hizmeti vermek mümkün değil mi? Kaydı tutulan inşaat sektörüne bile eğitimci anlayışla rehberlik edilmedi. Her yeri dikey ve sakat binalar sarınca da ihanet nedameti getirildiyse de imar barışı diye bir icraat yapıldı daha yeni. Sakat mı, yıkılır mı, estetik mi demeden kapan kapana gitti! Sakata, çirkin binasına tapu alabilenler oldu da sağlam binasına iyi evrak düzenlemeyi, aldatmayı bilemedi diye tabu alamayan çok insan olmadı mı? Eğitimci anlayışla Kentsel ve Bina Dönüşüm Kanunu (KEBİDÖK) çıkarılmalı ve ülkede tek sakat bina bırakılmamalıydı oysa. Deprem-doğal afet derdi büyük milletiz, bu kanunu acilen çıkarmak şart oldu gayri!
Aile Hekimliği sistemi kuruldu. Hekim, takibini yaptığı hastaya başka ildeyken sürekli kullandığını bildiği e-reçete yazamıyor, ille misafir olarak bulunduğu yerde bir merkeze gidip muayene olacak, oraya da iş yükleyecek. Aile hekimine güvensizlik değil mi bu? SGK Komisyonları, sistemden ilaçları görüp gerektiğinde hekimle iletişime geçemez mi yani? Hukukçuların çilesini, vatandaşların da bundan ne kadar kötü etkilendiğini Barolar Birliği Başkanından Beyaz Tv.de dinlerken içim sızladı.
Eğitimde ilerleyemedik itirafı yapan cumhurbaşkanımız sonunda uzman hoca atadı sağ olsun da millet niye hâlâ beklemede? Damdan düşüp de “İş bilen milletim, yükselen milletim; iş içinde eğitim diyor sistemim!” demeyi öğrenmiş kaç eğitimci dinlendi bu zamana dek? Varsa yoksa öğretmen eğitimi için seminer, konferans, toplantı, öğüt…vb. Bilgiye ulaşma kolaylığı olan bu iletişim çağında öğretmen kendini yetiştiremez mi yani? Sosyal yaşam, iş becerisi ve insanî değerler eğitimine en çok ihtiyaç duyduğumuz çağda sınav sonrası unutulacak yığın bilgi yüküyle düşünme, analiz, sentez, anlam verebilme ve üretme gücünü köreltmeye daha ne kadar devam edilecek? Millet, evlatlarının iş bildiği için işsizlik denizine düşmediğini ne zaman görecek?
Her gece belli kişilerin çatışmacı fikirleri ekranlarda. Milletin başını ütüleyeduran bu medyaya halkın güveni niye yüzde % 30? Ekranlarda devletin soğuk yüzünü ısıtıcı çözümler sunabilecek uzmanların milletin derdi tek konuyu tartıştığına şahit olan var mı? Siyasîlerin dilinde hep dedim-dedin, yoksulluk-saray- yaparım-yapamazsın-terör, beka…vb. söylemler. Muhalefet birkaç esnaf dolaşıp sözde dert dinliyor, çare önerisi duyan var mı? Dertlerine derman umudun yitirmiş, bölük pörçük edilmiş partilere körtaraf olmuş insanlar, stokholm sendromunda! Psikiyastrist Nils Bejerot, İsveç’in başkenti stokolm’de bir banka soygununda rehine kadının duygusal sempati ve empatiyle savunmanın ötesinde nişanlısını da terk ederek soyguncuya bağlanması hastalıklı ruh haline bu adı vermiştir. Halkımızı kavgacı güçlere körtaraf bu ruhtan eğitimci yönetim özlemini gideren sıcak güç kurtarabilir.