104 AMİRAL
Geçtiğimiz hafta sonuna 104 Amiral damga vurmuştur. Bir hafta boyunca da çok şey söylendi. Kimse göklere çıkarmadı. İktidar kanadı ve yandaş medya yerden yere vurdu. İyi Parti Genel Başkanı Sayın Meral Akşener de yapılanın zevzeklik olduğunu söyledi. Muhtıra olduğunu söyleyenler de var, darbe teşebbüsü diyenler de… Bu konuda biz ne düşünüyoruz? Bu hafta bunu yazmak istedik.
Bana göre ne bir darbe teşebbüsü, ne de muhtıradır. Her Türk Vatandaşının ülkenin gidişatı ile ilgili fikrini söyleme hakkı vardır. Tahminimce bu arkadaşlar da memnun olmadıkları ülke gidişatı konusunda fikir beyan etmek istemişlerdir. Yaptıkları eleştirilerde de gerek Montro Sözleşmesi, gerek cübbeli amiral ve gerekse Kanal İstanbul konusunda bana göre de haklıdırlar. Yani yaptıkları açıklamanın içeriğine katılmamak mümkün değildir. Ancak büyük bir yanlışlık yapmışlardır. Bu açıklamanın şekli doğru değildir.
Şöyle ki:
Ülkemiz birkaç kez darbe yaşamış, darbeler konusunda maalesef deneyimli bir ülkedir. Hemen hemen tüm darbeler gece yarısı yapılmıştır. Açıklamanın gece yarısı yapılması bir talihsizliktir. İkinci olarak da; yapılan darbeler genellikle askerler tarafından yapılmıştır. Aralarında hiç sivil bir aydını barındırmadan yalnızca askerlerden oluşan bir gurubun bu açıklamayı yapması da ayrı bir istismar nedeni olmuştur. Sayıca kalabalık olmaları da bir başka dikkat nedenidir. Bu yanlışlıklar alt alta gelince mağduriyet edebiyatı yapmak isteyenlere gün doğmuştur. Kullanma fırsatı verilmiştir ve de kullanılmaktadır.
Açıklamanın planlanandan farklı bir şekilde geliştiği, normal olarak pazartesi sabahı yapılacağı gibi mazeretler kanımca doğru ve geçerli bir mazeret değildir. Çünkü pazartesi sabah yapılacak bir açıklamanın cumartesiyi pazara bağlayan gece saatlerinde yapılmasını engelleyememek de beceriksizliktir. Bu arkadaşların her birisi yıllarca bu ülkenin kaderini değiştirecek yetkiler taşımışlar, kararlar vermişlerdir. Yaptıklarının dışarı sızmasını, pazartesiye kadar muhafaza etmeyi becermeleri gerekmekteydi. Yoksa görevli ve yetkili oldukları dönemde (15. Temmuz’da) darbe girişimine karşı durmuş kişilerin de olduğu bir gurubun yetkilerinin olmadığı dönemde darbe vurgusu yaptığını kabul etmek benim mantığıma sığmamaktadır. Darbeye karşı dimdik ayakta duran, ön saflarda mücadele eden kişilerin darbe iması yaptığını iddia etmek: Yılmaz Özdil’in Atatürk’e karşı suç işlediğini iddia etmek kadar komik olur. Ya da darbeye karşı savaşan bu amirallerin bir zamanlar Ergenekon davasında olduğu gibi sağcı ile solcunun, milliyetçi ile PKK nın iş birliği yaptığına inandırmaya çalışıldığımız günleri hatırlatmak olur ki bunların hepsinin bir FETÖ taktiği olduğu ortaya çıkmış ve suçlananların hemen hepsi beraat etmiştir. İsteyen mağduriyet gölgesine sığınabilmek için inanabilir. Ben açıklama şeklinin yanlış olduğu bir talihsizliğin yaşandığını düşünüyorum. İçlerinde bir partiye kayıtlı olanların varlığına gelince: Bundan daha doğal bir şey yoktur. Herkesin siyasi düşüncesine yakın bir partiye üye olma hakkı vardır. Ne bir partiye üye olmak suçtur. Ne de bir parti üyesinin (varsa) işlediği suç o partiye mal edilebilir. Bu konuda geçen hafta pudra şekerci konulu bir partili hakkında yazımızı yazmış, özet olarak partinin pudra şekerciye sahip olup olmayacağının önem taşıdığını vurgulamıştık. Kanımca amiraller suç işlememiştir. Partili olmalarının söz edilmesi de bu nedenle teferruattır.