FATSA, HAK ETTİĞİ HİZMETLERİ ALIYOR MU?
Gazetecilik mesleğinin bitmeyen tartışmasıyla başlayalım konuya…
Bir grup der ki; “Gazeteci; sadece yapılmayanı, eksik kalanı ve yolunda gitmeyeni yazmalıdır.”
İkinci grup da der ki; “Gazeteci; eğriyi de, doğruyu da yazandır.”
Doğrusunu isterseniz benim de tercihim ikinci şıktan yanadır.
Ayrıca bir gazeteci, bireyin ve toplumun yaşadıklarının vicdanıdır.
Dolayısıyla aynasıdır.
O yüzden yazdığı bir habere-yoruma göre gazeteciyi “şucu” ya da “bucu” şeklinde sınıflandırmak büyük yanlıştır.
Ama bir gazeteci ille de “şucu-bucu” olmak istiyorsa o da ayrı bir yaradır.
Daha doğrusu yaptığı her neyse ama “gazetecilik” değildir.
Şimdi gelin, şirin ilçemiz Fatsa’ya ikinci şıkta belirttiğim anlayışla bakmaya çalışalım.
Allah’ın bir lütfu olarak güzel bir coğrafyadayız öncelikle…
İlimizin neresinden yola çıkarsanız çıkın hemen hemen bütün yollar Fatsa’ya çıkar.
Çünkü Ordu’nun tam ortasındayız.
Gururlanmak gibi olsun(!) ama diğer bütün ilçelerin imrendiği bir noktadayız.
Zira dışarıdan nasıl göründüğümüzü çok iyi biliyorum.
Bu arada “Balıklar derya içredir, deryayı bilmezler” durumuna düşebiliyoruz.
Ama bunun tersi de yaşanıyor elbette…
Nasıl yani?
“Dışı seni, içi beni yakar” gibi mesela…
Bu durum çelişki gibi görünse de değildir aslında…
Neden?
Çünkü ormana dışarıdan bir bütün halinde bakmak var, bir de içinden bakarak ağaçları tek tek görmek var.
Demek ki her iki açıyı da göz ardı edemeyiz.
Dediğim gibi dışından baktığınızda bir orman misali Fatsa’mız fevkalade görünüyor.
Muhteşem mavilikle, muhteşem yeşilliğin arasında son derece görkemli ve gösterişli bir yerleşim noktasıyız.
Dışarıdan pek sorun görünmediğine göre biz, artısıyla eksisiyle içeriden bakalım
Önce Nokta Operasyonu, sonra da 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi silindir gibi üzerimizden geçmiştir.
Darbeyi takip eden yaklaşık yirmi yıl boyunca Fatsa’nın, hak ettiği devlet yatırımlarını aldığını düşünmüyorum.
Bu anlamda kâğıt üzerinde her hangi bir sicilimiz olmasa da, o dönemde ülkeyi yönetenlerin zihninde belli ki sicilimizi temize çıkaramadık.
Yine o dönemde elbette ufak-tefek devlet yatırımları olmuştur.
Ama bu, hak ettiğimiz yatırımları aldığımız anlamına gelmez.
Konuyu uzatmayayım… Gelelim son yirmi yılımıza…
Aynı şeyi son dönem için de düşünmek mümkün…
Daha güzel bir sahile kavuşmak istedik, olmadı.
Yıllar var ki; “Bir çevre yolumuz olsun” istedik, olmadı.
Mimari açıdan, şehir planlamacılığı bakımından estetik ve düzenli bir şehir olmak istedik, olmadı.
Cıngırt Kalesi ve Gaga Gölü başta olmak üzere turizmin canlandırılmasını arzu ettik, olmadı.
Arka mahallelerin pejmürdeliğinden ve şehir içi trafiğin keşmekeşinden kurtulmak istedik, olmadı.
Aklınıza gelebilecek kafa patlatan her türlü gürültüden arınmış bir ilçe istedik, olmadı.
Potansiyel zenginliğimizi göz önünde bulundurarak, hiç olmazsa kültür-sanatta “Dinamik bir yaşamımız olsun” istedik, olmadı.
Buna sosyal yaşantımızı da ekleyebilirsiniz.
Kalan sıkıntıları da siz sıralayın.
Bütün bunların olmamasının bir sebebi olmalı…
Bir sebebi var tabi…
Fatsa’nın siyasette bu güne kadarki durumuna bir bakın, ne demek istediğim daha net anlaşılacaktır.
Peki, hiç mi iyi bir şey yok? Onu da söyleyelim.
Kültür Sarayı ve Belediye Sosyal Tesisleri ilçemiz için bir kazançtır.
Kapalı Pazar Yeri ve Sevgi Caddesi başta olmak üzere bazı alt yapısal çalışmalar zenginliğimizdir.
Ama gelgelelim Organize Sanayi Bölgesi Fatsa’nın onur madalyasıdır.
Bütün bu çalışmalara emeği geçenlere bir Fatsalı olarak bir kez daha teşekkür ediyorum.
Bazı konuları kısa geçtiğimin farkındayım. Gerekirse haftaya devam ederim.
Virgül…(!)
HOŞÇA KALIN