GAZETECİYE MEYDAN DAYAĞI…
Erkek egemen bir toplum olarak Dünya Emekçi Kadınlar Gününü kutladık birkaç gün önce…
Kadınlara methiyeler düzdük.
Hem de lisanımızın tüm kapasitesini kullanarak…
Ama geri kalan 364 günde aynı kadın, tacize-tecavüze uğradı.
Aynı kadın komalık oluncaya kadar dövüldü.
Ve aynı kadın öldürüldü.
Öldükten sonra anlıyoruz ki; o kadın defalarca ilgili kurumlara baş vurarak, “N’olur beni koruyun. Kocam ya da erkek arkadaşım beni öldürecek” diye feryat etmiş, çığlık atmış… Ama belli ki; ciddiye alınmamış…
Çocuk ölümleri, tacizleri, tecavüzleri bir başka yaramız.
Her nedense(!) önlenemiyor.
Özgürleşmede geri gitme konusunda, dünya genelinde yapılan araştırmada ülkemiz ikinci sırada…
Mali’nin hemen arkasındayız.
O beğenmediğimiz Orta Doğu ve Afrika ülkeleri bile bizden daha iyi durumda…
Facianın boyutunu varın siz hesap edin…
Buna rağmen; “O kadar da değil… Dış güçler bizi ‘kötü’ göstermek için her şeyi yapıyor. Zaten bütün bunlar hep onların oyunu…” diyebiliyoruz.
Hiçbir sonuç vermeyen ve vermeyecek olan bu basit savunma refleksiyle, iliklerimize kadar yaşadığımız sorunları “yok” saymaya çalışıyoruz.
Yine erkek egemen bir toplum olarak gazeteciye, siyasetçiye, bilim insanına saldırıyoruz.
Eğitimciye, sağlıkçıya yapılan saldırıları saymıyorum bile…
Daha hafta başında İstanbul’un en işlek yerinde yaklaşık 25 “erkek”, bir gazeteciye saldırdı.
Bir anlamda o gazeteciye meydan dayağı atarak “haddini bildirdiler.”
Neden?
Ve ne hakla?
Yazıp-çizdiklerini, yorumlarını beğenirsin ya da beğenmezsin.
Özellikle yorumlarını beğenmediğinde yapılması gereken bu mudur?
Kaldı ki; kültürümüzde erkek eşittir delikanlılıktır.
Eğer bir kapışma olacaksa bile “delikanlılık aleminde” bir kişiye karşılık birden fazla kişi olmaz.
Meşhur ifadeyle “racona terstir.”
Düşüncesini beğenmediğin, kılığından-kıyafetinden hoşlanmadığın, tavrından-hareketinden “gıcık” olduğun birinin “ağzını-burnunu dağıtma” hissiyatı nedir Allah aşkına?!
Ortada bir sorun varsa ve birileri hakaret etmeden, kişilik haklarına dokunmadan kendince bunu dile getiriyorsa…
Ve sen de, sırf senin gibi düşünmüyor diye ona meydan dayağı çekiyorsan…
Bu saçma gidişatın “sürdürülebilir” olduğunu düşünme sakın!
“Sorunlar çözülsün” diye çırpınan insanları susturmaya çalışmak, daha büyük bir sorundur çünkü…
Daha büyük sorunlara devam edelim öyleyse…
25 kişinin tek bir kişiye saldırmasını organize edenler her kimse, onlardan daha büyük bir sorun olamaz.
Ve bu saldırıyı gördüğü, duyduğu halde susan o gazetecinin bazı meslektaşları, susan siyasiler ya da STK yöneticileri bu ülkede en büyük sorundur.
Bir zamanlar kendisi de saldırıya uğradığı halde, yöneticisi olduğu gazetede son saldırıdan tek bir söz bile edemeyen, cesaretini ve mesleki dayanışma örneğini gösteremeyenlerdir.
Demokrasiyi ağızlarından düşürmediği halde, hayatın pratiğinde demokrasiyi unutanlardır.
Son günlerde moda olan bir ifadedir şu:
“Manevi yönden güçlendirilmiş kadın, erkek ya da gençlik…”
Ben buna varım.
Ne diyor maneviyat?
“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.”
Hadi o zaman, gereğini yapalım.
Eğer susacaksak nerede kaldı maneviyat?
Samimiyetten uzak yaklaşımımız ve zihniyetimizle hiç kimse ileri gideceğimizi düşünmesin bence…
Çünkü manevi yanımız bir yana, insana değer vermeyi bilelim her şeyden önce…
Görüşü her ne olursa olsun, son olayla birlikte gazetecilere yapılan tüm saldırıları kınıyor ve lanetliyorum.
HOŞÇA KALIN