HIZ, HAZ VE KONFOR
Bazen bir şarkının bir sözüne takılır kalırsın.
Bazen sözü bırakıp bir türkünün ya da uzun havanın melodisinde asılı kalırsın.
Bir filmin bir sahnesi seni bambaşka diyarlara alır götürür.
Babam ve Oğlum’daki o meşhur sahneyi hangimiz unutabilir mesela…
“Açeydim gollarımı… Gitme diyeydim. Benim yüzümden… Benim yüzümdeeeeeen…” feryadı ve inlemesi hangimizin belleğinden silinebilir ki?
En azından filmi izleyenlerin unutması mümkün mü?
Sevdiğimiz bir dansın figürlerini yeniden gördüğümüzde kanımız kıpırdamaz mı?
Beğeniyle ve içimiz eriyerek izlemez miyiz o estetiği?
Unutamadığımız romanlarımız yok mu bizim?
Bizim ya da dünyanın… Ne fark eder?
Ruhumuzu geziye çıkaran, aklımıza mıh gibi çakılan ve ömür boyu unutamayacağımız satırları rafa kaldırabilir miyiz?
İzlediğimiz bazı tiyatro sahneleri de öyle değil midir?
Düşündüren, güldüren, hüzün veren nice sahneler kolay kolay çıkar gider mi benliğimizden?
Ya şiire ne demeli?
Ah o şiirler…
Konusu açıldığında hiç susmadığımız ve üzerinde saatlerce konuşabileceğimiz koca bir dünya…
Bazı şiirleri okuduğumuzda ya da duyduğumuzda heykel gibi donup kalmaz mıyız?
Bazı kitleler kabul etmese, fark etmese ve görmezden gelse de duygularımız bakım ister.
Daha doğrusu ruhumuz…
Bir bakıma hep ihmal ettiğimiz ruhumuz…
Midesini, giyim kuşamını, evini, arabasını, sosyal saygınlığını, kariyerini vs. düşünür insanoğlu da, her nedense ruhunu bir yerlerde unutur hep…
Sanki yokmuş gibi…
Sanki bize ait değilmiş gibi…
Ve sanki o olmadan mutluluğu, huzuru bulabilecekmiş gibi…
Hız, haz ve konfor…
Sadece bunların yetmeyeceğini, bir yerlerimizin hep “açıkta kalacağını” kaçımız biliyor ki?
İç dünyasını unutan ve onu her zaman yetim ve öksüz bırakanlar…
Ve bunlardan oluşan bir toplum…
Nereye varır ki?
Ne elde edebilir ki?
Ve bu güne kadar ne elde etti ki?
Birçok varlıklı insanın “Bir zamanlar o kadar yoksulduk ki…” diye başlayan hikâyelerini bilirsiniz.
Aynı basitlikte devam eder anlatmaya…
Komşusunun arabasından daha iyisini almıştır.
Arkadaşının evinden daha iyisine sahip olmuştur.
İmrendiği sofralardan daha iyisine oturuyordur şimdi…
Cep telefonu… Ben diyeyim beş, siz deyin on milyarlıktır artık…
Hepsi bu…
Hırsla girdiği yolda kazanma duygusunu tatması ona yetmiştir.
Çok defa da geldiği konumdan yetinmemiş ve daha fazlasını istemiştir.
Bir nevi sözde zafer duygusudur yaşadığını zannettiği şey…
Zavallı bilmez ki; sahip olduğu her ne varsa aslında başkaları için kazandıklarıdır.
Neden mi?
Çünkü kendini unutmuştur.
Benliğini, iç dünyasını, ruhunu unutmuştur.
Sükûnete ihtiyaç duyan ruhunu yok saymıştır bir anlamda…
Korkarım o hay huy içinde ölümlü olduğunu bile unutmuştur.
Sadece maddi boyutta kazanmanın, mutluluk ve huzur anlamına geldiği yanılgısına düşmüştür çünkü…
O yüzden de şöyle bir kıyıya çekilip uzun uzun kendini dinlemek, aklının ucundan bile geçmemiştir.
Daha acısı…
Hız, haz ve konfor tuzağından yakasını kurtaramamıştır.
HOŞÇA KALIN