BİTSİN ARTIK BU KÂBUS…
Ne de umutlanmıştık…
Mart ayıyla beraber alınan önlemlerde gevşeme olacaktı.
Çocuklarımız okula gidecek, eğitim kaldığı yerden devam edecekti.
Belki de kahvehaneler açılacak, çay ocaklarında, cafelerde insanlar oturmaya başlayacaktı.
En azından çayımızı yudumlarken sokağın bir köşesinde “yalı kazığı” misali durmak zorunda kalmayacaktık.
Kademeli de olsa hafta sonu serbest olabilecektik.
Hafta içinde 21.00’den sonra sokağa çıkılabilecekti.
Lokantalar sadece paket servis yapmak zorunda kalmayacaktı.
Sosyal hayatımız can bulacaktı.
Ev ziyaretleri yapılabilecekti mesela…
Sporda seyircili müsabakalar, kültür sanatta da etkinlikler “tam gaz” gidecekti.
Böylece son bir yılda epey kan kaybeden eğitim, ticaret ve sosyal yaşamımız normale dönecekti.
Özellikle çalışamadığı için geçinmekte zorlananlar, yeniden çalışacak ve son bir yılın bunalımından zaman içinde sıyrılacaktı.
Bu vesileyle zaten yeterli yardımı yapamayan devlet de nefes alacaktı.
Ama olmadı. Olamadı.
Adına sorumsuzluk mu, bilinçsizlik mi, cehalet mi, ihmal mi, hata mı, bile bile lades mi ne derseniz deyin.
Geldiğimiz bu berbat duruma siyasi tablodan bakmak da mümkün.
Uygulamaların aksayan yönlerine bakarak Sağlık Bakanlığını, Bilim Kurullarını, ülkenin kaderine hükmedenleri yerden yere vurarak suçlamak da mümkün.
Öyle bir durum ki…
Başta Ordu, Trabzon, Rize olmak üzere yapılan 6 adet parti kongresinin ardından virüs illeti hızla yayılmaya başladı.
Bölgemizi gösteren harita adeta kıpkırmızı…
Ve ardından gelen daha sıkı tedbirler.
Tam bu noktada iki soru…
Kongrelerin takvimi, Karadeniz’de virüsün yoğunluk kazanmasından sonraya denk gelseydi acaba yine de yapılır mıydı?
İkinci soru: Bu artışın önemli sebeplerinden biri, yapılan kongreler olabilir mi?
Öyle ya… O kongrelere binlerce insan katıldı.
Aslında kongrelerin yapıldığı esnada durum, yine de hassasiyetini koruyordu.
Öyleyse üçüncü soru gelsin.
Doğası gereği şova dönüştürülen ve kalabalığa ihtiyaç duyulan kongreler, ileri bir tarihe ertelenemez miydi?
Halkın sağlığından daha önemli olmadığına göre zamanı mıydı?
Yoksa halkın sağlığından daha mı önemliydi?
Çünkü bütün bunlar olup biterken esnafın eli ayağı bağlıydı.
Birileri kapalı alanları hınca hınç doldururken, ekonomik anlamda sürekli “yumruk yiyen” esnafın hali içler acısıydı.
Kim kurtaracak şimdi esnafı, ticareti, ekonomiyi?
Dişinin kovuğuna bile yetmeyecek devlet yardımları mı?
Dedim ya; “konuya siyasi açıdan bakmak da mümkün” diye…
Bu güne kadar 7-8 milyon kişiye aşı yapılabildi.
Nüfusumuz 83 milyon…
75 milyon insanımız halen bekliyor.
O zaman bir başka soru:
Bu konuda içimizi rahatlatan açıklamalara rağmen, aşı cephesinde işler neden ağır ilerliyor?
Görülen o ki; hatalar tek taraflı değil…
Yukarıda saydığım hatalar yapıldı diye vatandaşın vurdumduymazlığını da görmezden gelecek değiliz.
Acaba halkımız üzerine düşeni layıkıyla yaptı mı?
Sanırım “yaptı” diyebilmek mümkün değil…
İşimiz yokken bile evimizden çıktık ve hiç gereği yokken kalabalıklara karıştık.
Cenazelerde 30 kişi kuralını hiçe saydık.
Cumhuriyet Meydanı’nda, Reşadiye Caddesi’nde aylak aylak dolaşmayı marifet sandık.
Siz buna diğer cadde ve sokakları da ekleyin.
Velhasıl geldiğimiz nokta, hep birlikte yaptığımız hataların ortak sonucudur.
Hata yapma lüksümüz kalmadı. Bıçak kemiğe dayanmış durumda...
Bitsin artık bu kâbus… HOŞÇA KALIN