FATSA BASINI VE GAZETECİLİK…
Gazetecilikte bitmeyen tartışmadır.
Bir kesim der ki; “Gazeteci; eksikleri, sorunları, aksilikleri yazandır.”
Diğer kesim de; “Gazeteci; olanı-biteniyle olumluyu da, olumsuzu da yazandır” der.
Bu tartışma yıllardır sürer, gider.
Şahsi fikrimi sorarsanız bu güne kadar hep ikinci şıktan yana oldum.
“Olmaya çalıştım” demek belki daha doğru olur.
En azından düşüncem budur.
Çünkü sadece eksikleri, sıkıntıları gündeme getiren bir gazeteci; “Hiç mi iyi bir şey olmuyor? Onları niçin yazmıyorsun?” sorusunun cevabını veremez.
Ya da çok zorlanır.
Ona da “cevap” denmez zaten…
Yeri gelmişken yaygın ve yanlış bir kanaatten de söz etmeliyiz.
Özellikle son yıllarda “muhalif gazetecilik” kavramını fazlasıyla duymaya başladık.
Gazetecilikte böyle bir kavram yoktur.
Varsa da, onun gazetecilikle hiçbir ilgisi yoktur.
Bir haber yapılırken, bir yazı kaleme alınırken; “Kimin lehine, kimin aleyhine?” diye bakılmaz.
Zaten bu iş; “Bu haberi yaparsam, bu yazıyı yazarsam acaba tepki alır mıyım?” kaygısıyla hiç yapılmaz.
Tabi buna; “devlet sırrı”, “devletin bekası” gibi hassas durumlar dahil değildir.
“Haber alma” hakkı kutsaldır.
“Doğru ve objektif haber alma” hakkıysa daha da kutsaldır.
Dolayısıyla sözünü ettiğim açık-net ilkelerin dışında yapılan basın-yayın hadisesine “gazetecilik” demenin mümkünatı yoktur.
Neyse…
“Gazetecilik” mesleği bir iki satırla bitecek bir konu değildir.
Ama dileyen; özetini yapmaya çalıştığım ilke ve kurallar üzerinden, yaşadığı sıkıntılarıyla birlikte Türkiye’de basının ne durumda olduğuna ilişkin bir harita ortaya çıkarabilir.
Biz, gelelim Fatsa basınına…
Özellikle yeni yerel yönetim iş başına geldiğinde, kendimce bir karara vardım:
“Göreve geldiğinde her yeni yönetim, beyaz bir sayfayı hak eder. Zaten yapılan seçimle söz konusu krediyi halk vermiştir. O yüzden, yeri geldiğinde eleştiri hakkımı elbette kullanacağım. Bu kaçınılmazdır. Ama bir başka kaçınılmaz olan durum da var ki; Fatsa’ya yapılan hiçbir hizmeti-yatırımı da görmezden gelmeyeceğim.”
Bunun bir başka anlamı da, yapılması gerekenin yapılacağı şeklindedir.
Farkındaysanız; anormal şeyler söylemiyorum.
Buna rağmen neden “normal olanı” yazıyorum?
Şunun için…
Geçmişte eleştirel yazılarım için bir kesim tarafından yerden yere vuruldum.
Takdir ettiğim bir olay veya konu hakkında yazdığımda da bir başka kesim tarafından “istenmeyen adam” ilan edildim.
Bunların sonucunda yaşadığım gereksiz tartışmaları ve nahoş durumları tahmin edersiniz.
Bu durumu yaşayan sadece ben miyim?
Elbette ben değilim.
Fatsa basınındaki bütün arkadaşlarım üç aşağı beş yukarı bu “baskıyı” bir şekilde yaşadılar. Kuvvetle muhtemeldir ki; halen yaşıyorlar.
Ama bilinçli-bilinçsiz bu baskıyı kuranlar iki şeyi unutuyorlar:
Bir: Ulusalda da yerelde de basın, demokrasinin dördüncü gücüdür. Buna göre yerelde bir kaymakam, bir belediye başkanı, bir kurum amiri, bir STK yetkilisi neyse basın da odur. Yani saydıklarım ve daha fazlası, kamu hizmeti verendir. Kuşkusuz, basını yok saydığınızda sistem karanlıkta kalır.
İki: Patronundan çalışanına kadar Fatsa basınında görev yapanlar Ankara’dan, İstanbul’dan, İzmir’den gelen “yabancılar” değildir. Hepsi de bu memleketin insanıdır, evladıdır. Hoş; “yabancı” olsalardı da bir şey fark etmez. Fark etmemelidir.
Basın, “eleştirilemez” değildir. Ama nahoş baskılar kuranlar, en azından bu iki maddeyi akıldan çıkarmamalıdır.
Fatsa basını, hangi zorluklarla yayın yapmaya çalıştığını bilmeyenlerin olur olmaz “taarruzunu” hak etmiyor.
Hasbelkader; 35 yıldır yazan-çizen biri olarak bunun en somut şahitlerinden biriyim.
Üstelik bu güne kadar bu memlekete hangi yatırım ve hizmet geldiyse, Fatsa basınının bunda büyük emeği vardır.
Değerleri değersizleştirmek, insaf sınırlarını aşacağı gibi bu memlekete de hiçbir hayır getirmeyecektir.
Ama birilerinin amacı, üzüm yemek değil de bağcı dövmekse o ayrı mesele…
HOŞÇA KALIN