ÇIĞLIĞIMIZI TÜRKİYE DUYDU, ONLAR DUYMADI…
Kitabın ortasından bir soruyla başlayalım bu haftaki yazımıza…
Ki; konuyu tartıştığımıza değsin.
Genelde bütün milletvekillerini, özelde de Ordu milletvekillerini kastediyorum:
Bir milletvekilinin önceliği ne olmalıdır?
Milletin vekili olması hasebiyle halk mıdır?
Yoksa başkentteki “siyasi büyükleri” midir?
Bir milletvekili “Ben halkımın vekiliyim. O sebeple de önceliğim halktır” diyebiliyorsa, sorulacak sorular şunlardır:
“Halkım” dediğin insanlar; Fatsa’da maden konusunda tepkilerini dile getirirken sen neredeydin?
Feryat-figan “Durdurun bu faciayı!” diye kendini paralarken neden uzaklardan izlemeyi tercih ettin?
Fatsalının sesini bütün Türkiye duyduğu halde, sen neden sağır taklidi yaptın?
Özellikle seçim dönemlerinde…
Cenaze demeden, düğün demeden, hasta ziyaretlerini kaçırmadan ve nerede kalabalık görsen onları göz ardı etmeden gece gündüz yaptığın çalışmalar dün gibi hafızalardayken, bu milletin sana ihtiyacı olduğu bir anda ortadan yok oluşunu neye yorumlamalıyız?
İşini gördükten sonra bu milletle yolunu ayırmak var mıydı?
Seni seçmekten başka hiçbir günahı olmayan vatandaşı yüz üstü bırakmak; hangi vicdana, hangi ilkeye ve esasa dayanıyor?
Gelelim ikinci şıkka…
Eğer bir milletvekili; “Önceliğim siyasi büyüklerimdir” diyorsa şunları sormak lazım…
Bu milletin oyunu isterken; “Oyu sizden istiyorum ama meclise gidince önceliğim siyasi büyüklerimdir. Bunu baştan konuşalım” diyebilme mertliğini gösterdin mi?
“Sizden yana gibi görüneceğim ama gerçekte Ankara’nın bir dediğini iki etmeyeceğim” diyebildin mi?
Bu tavrı ortaya koyabilseydin, yanlış ama “delikanlı” duruşundan dolayı bu millet, seni bağrına basacaktı belki de…
Bu arada bütün bu değerlendirmeleri yaparken, maden faciasında gereğini yapan bazı Ordu milletvekillerini şöyle bir kenara ayırıyorum.
Benim derdim, susanlardan yana…
Hayatım boyunca, ortada ciddi bir problem varken ısrarla susanların “kapalı kutu” olduklarını ve bu ketumluğun hiç de hayra alamet olmadığını düşünmüşümdür.
Masum görünen bu susuşlar, aslında “düşmanca” gelmiştir bana…
Fikrini neden paylaşmadığını bilemediğin insan kadar, insanı dehşete düşüren şeyler çok azdır hayatta…
Ve şu bir gerçek ki; düşüncesi olduğu halde söylemeyen insandan asla emin olamazsın.
Kültürümüzde; “Söz gümüşse, sükût altındır” denmişse de…
“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” şeklinde kapı gibi bir düsturumuz da vardır bizim…
İşin tuhafı; inat ve ısrarla susanlar, bu tür sözleri senden benden çok daha iyi bilirler aslında…
Tıpkı; “Bitaraf olan, bertaraf olur” sözünde olduğu gibi…
Kim bilir; belki de tarafsız değillerdir.
Ama milletten yana olmadıkları o kadar açık ki…
Bu “öldürücü suskunluğun” başka bir izahı olamaz çünkü…
Cumhuriyet Meydanı’nda yapılan Kitap Okuma Eyleminin yüzüncü gününde, tüm Türkiye’nin dikkati Fatsa’ya çevrilmişken onlar yine yoktular.
Yine kıllarını kıpırdatmadılar.
Yani yine sustular.
Bu milletin derdinde tasasında hep yanında olacağına dair söz vererek oy alanlar, vatandaşın yaşadığı hayati sorun karşısında fersah fersah kaçmayı tercih ettiler.
Çok merak ediyorum…
Sürekli susan bu insanlar, ilk seçimde vatandaşın karşısına çıktığında acaba neler olacak?
Acaba halkımız; “Tepemizde celladın kılıcı dolanırken neredeydiniz? Hangi yüzle ve ne hakla karşımıza çıktınız? Şimdi mi aklınıza geldik?” dediğinde ne cevap verecekler?
Ve acaba bu günlerde, seçim dönemi geldiğinde ne cevap vereceklerini düşünüyor olabilirler mi?
Ama şiddetli bir fırtınada gemiyi ilk terk edenlerin, verebilecekleri makul cevapları olamaz ki…
Saçmalamaktan başka tabii…
HOŞÇA KALIN