BANA HİKÂYE ANLATMA…!
Hemen her hafta bu köşede, Fatsa’nın sorunlarını ele almaya çalışıyorum.
Elbet yine ele alacağız.
Ama gelin, sizinle bu hafta bambaşka bir yolculuğa çıkalım.
Mesela konumuz “hikâye” olsun.
Size hikâye anlatmayacağım; korkmayın!
Onun yerine “hikâyeyi” anlatacağım.
“Bana hikâye anlatma!” diyen bir topluma hikâye anlatılır mı hiç?
Aklı başında bir insan, böyle hatalara düşmez.
Neye göre “Aklı başında bir insan…”?
Şuna göre…
Aklı başında bir insan; hikâye sevmeyenlere, hikâye istemedikleri için, hikâye anlatmayan kimsedir.
Doğru mudur bu?
Değildir elbette...
İyi ama adam hikâye istemiyorsa, zorla mı anlatacaksın?
Evet; gerekirse zorla anlatacaksın.
Kendisine şifa olacak bir ilacı, sırf istemediği için kullanmayan bir hastanın doğru yaptığını söyleyemezsiniz.
O ilacı kullanmayacaksa şifa bulamayacaktır.
İşte; hikâye ya da öykü böyle bir şeydir.
Bireyin de, toplumun da şifası buradadır.
O yüzden; “Bana hikâye anlatma!” derken bir kez daha düşünmek gerekir.
“Düşünmek” demişken…
İnsanlar kelimelerle düşünürler.
Düşünceler, öyküye dönüşür.
Bunu duygular takip eder.
Onlar da öyküye dönüşür.
Öykülerse, bireyin ve toplumun belleğini oluşturur.
Bu sayede kültürler yaşam alanı bulur.
Ve kuşaktan kuşağa aktarılır.
Kültür denen olgu hakkıyla yaşatılmazsa, millet olma vasfı da ortadan kalkar.
Dolayısıyla milletin olmadığı yerde, devletten de söz edilemez.
Meseleyi sadeleştirelim.
Hikâyesi olmayan toplumlar, bir adım bile öteye gidemez.
Zaten ilerleyemiyorsa; öyküsü ya da hikâyesi olmadığındandır.
Toplumların öyküsü, aynı zamanda kişiliğidir.
Bu yüzden de sanatı kullanmak ve değerlendirmek şarttır.
Hikâyeyi başka türlü geliştiremezsiniz. Ya da sergileyemezsiniz.
Roman, şiir, öykü, masal, senaryo, tiyatro metni, müzik, dans, resim, heykel vs. tam da bunun içindir.
Çünkü bütün bu unsurların özünde hikâye vardır.
Etkili bir öykü barındırmayan her hangi bir sanat ürünü eksiktir, arızalıdır.
Bu arada olan ya da olmasını istediğimiz duyguyu, düşünceyi, hatta felsefeyi hikâyeleştirip ölümsüzleştirmek mümkündür.
Kuşkusuz gelişmenin-ilerlemenin sacayaklarından biridir sanat…
“Bana hikâye anlatma!” denilen bir toplumda, sanata yeterince değer verilip verilmediğini sorgulamaya geldi sıra…
Gerçekten Türkiye’de sanata ve sanatçıya hak ettiği kıymeti veriyor muyuz?
İşte bu soruya verilecek cevaplar üzerinden, tüm çıplaklığıyla gerçeği görmek ve yüzleşmek zorundayız.
Başka çıkış yolumuz yok bizim…
Acı gerçeklerden biri şudur…
Birçok sanatçımız ve onların üretimleri, ölümlerinden önce pek de itibar görmemiştir.
Bunun iki nedeni vardır.
Ya; dönemin otoritesi tarafından gazaba uğramıştır.
Ya da; duyarsız bir toplumun içinde yaşamıştır.
Oysa toplum menfaati söz konusuysa, sanatın ihtiyaç duyduğu en önemli unsur, özgürlük alanıdır, hoş görü iklimidir.
Sanatı, dolayısıyla hikâyeyi “boş işler” kıvamında gördüğümüz sürece bizden ne köy olur, ne de kasaba…
Bana hikâye anlatmayın(!) HOŞÇA KALIN