BU ÜLKEDE KORKMADAN YAŞANAMAZ MI?
Bilmiyorum fark ettiniz mi?
Bu aralar insanlara dokunmaya gelmiyor.
Herkesin kendine göre ezberi var.
Herkes kendi açısından bir şeyleri savunuyor.
Belki de bu yüzden, onlara dokunan bir söz edildiğinde olanlar oluyor.
Bırakın dokunan söz etmeyi, mevcut düşüncesinin dışındaki hiçbir şeye tahammül yok.
İnsanımız, yepyeni şeyler duymaya hiç mi hiç hazır değil…
Kalıpların içine oturup, kapıyı-bacayı kapatmış bir tablo çiziyoruz.
Sanıyoruz ki; bizim doğrumuzun dışındaki her şey yanlış…
Bu, nasıl olabilir ki?
İyi de niye böyle?
Hem daha iyiyi arzulayıp, hem de kapıları kapatmak neden?
Belli ki; mevcudun ve alışılmışın dışına çıkmaktan korkuyoruz.
Evet; bildiğimiz korku…
Haklı gerekçeleri olsa da, bizi bir yere götürmeyecek olan korku…
Düşünen bir varlık olmakla her zaman övünmüşüzdür ama düşünmek bizim için hep yorucu ve ürkütücü gelmiştir.
Mevcut konforun(!) ve alışkanlığın verdiği rahatlığı bozmayı göze alamamışızdır.
Doğal olarak da istenen gelişme sağlanamamıştır.
Bir açıdan bakıldığında buna “öğrenilmiş çaresizlik” demek de mümkün…
Bu durumda insan denen varlık haksız mıdır?
Hem haklı, hem haksızdır.
Haklıdır; çünkü çevresinde ve dünyada olup bitenler onu bu noktaya mahkûm etmiştir.
Haksızdır; çünkü gerçeği aramak ve öğrenmek, işine gelmemiştir.
Zaten böyle bakıldığında insan, bir çelişkiler yumağıdır.
Çelişkiler, korku ve endişeye yol açar.
İnsanın haklı olduğu bazı gerekçeleri biraz açalım.
Özellikle içinde bulunduğumuz şu dönemde kaygı duymadan yaşayabilmek hiç de kolay değil…
En başında da pandemi gelmektedir.
Virüsün, iyice saldırıya geçtiği bir dönemde insan, nasıl mutlu ve hayat dolu olabilir ki?
Ne de olsa ucunda ölüm korkusu var.
“Umursamıyormuş” gibi yapanları bir kenara koyalım.
Kendisi, eşi-dostu, çocukları için endişeye kapılmayan var mı?
Geçtim.
Peki; başından beri her türlü eleştiriye ve tartışmaya müsait uygulamaları ne yapalım?
O uygulamalar ki; bir bakanın bile istifasına yol açmıştı.
Şimdi de insanlar soruyor: “Virüs denen bu illet, sadece hafta sonları saat onla yirmi arasında mı mesai yapıyor? Geri kalan zamanlarda uykuya mı dalıyor?”
Yetkililerin ne yaptığını ya da yapacağını bilememesi insanları korkutmaya devam ediyor.
Mutlaka duydunuz; bir mafya lideri, bir parti genel başkanını alenen tehdit edebiliyor.
Özellikle bütün siyaset camiasının ayağa kalkması gereken böylesi bir durumda, bazı siyasiler sus-pus…
Basının bir bölümü dut yemiş bülbül kıvamında…
Can ve mal güvenliğini sağlaması gereken bir sistemde sosyal, hukuk devletine ne oldu?
Bizi, bu tür tehlikelerden koruması gerekenler nerede?
Geçtim.
Ekonomiden kötü sinyaller geliyor.
Faizi yükseltsen bir dert, yükseltmesen ayrı bir dert…
Acaba “faiz lobisi” iş başında mı?
Yoksa ekonominin bilime dayalı kuralları görmezden mi geliniyor?
Geçtim.
Tüm Türkiye’de olduğu gibi Ordu ve Fatsa’da da delik deşik edilmedik yanımız kalmadı.
Yer altı kaynaklarımıza sahip mi çıkıyoruz?
Yoksa ölümcül bir tehlikenin ortasında mıyız?
Susanlar niye susuyor?
Bunu da geçtim.
Korkan insanı haklı çıkaracak bir yığın sebebi siz de sıralayabilirsiniz.
Mesela adalette yaşananları yazmaya zamanım ve yerim kalmadı. Ve daha nice sıkıntılar…
İnsanın, birey olarak gerçeği boş verip, algıda takılıp kalması ciddi bir sorundur.
Diğer yandan korkuyu tetikleyen uygulamaların halen devam ediyor olması, en az onun kadar ciddi bir sorundur.
Bu sarmaldan, bu labirentten derhal çıkmalıyız.
HOŞÇAKALIN