SORU SORMAK… AMA NASIL?
Bazı dostlarım, son haftalarda kaleme aldığım köşe yazıları için beni kıyasıya eleştiriyor.
Hoş; “eleştirilme” konusuna yabancı değilim de, niyeyse yaklaşımları bana tuhaf geldi.
Eleştiri şu: “Fazla soru soruyorsun”
Sırf bu yüzden, yazılarımı okumakta zorlandıklarını söylüyorlar.
Hatta bir arkadaşım şunu dedi: “Yazının devamında, soruların cevapları vardır diye okuyoruz ama hiçbir şey bulamıyoruz.”
“Cevapları belki içindedir” dediysem de ikna edemedim.
Oysa yerel de olsa, ulusal da olsa bir gazeteci veya köşe yazarı sorulardan beslenir.
Oklavayla yufkayı nasıl açıyorsanız, anlatım alanında da aynı şeyi sorularla yaparsınız.
Bir başka yönüyle sorular; kurcalar, kışkırtır, provoke eder, düşünceye zorlar… Hatta kızdırır, öfkelendirir. Çünkü bunaltır. Bunların içinde çıldırtan bile vardır.
Zaten bu tür tepkiler oluyorsa, soru amacına ulaşmıştır.
İster tanıdık, ister yabancı biriyle yapacağınız konuşmaya genellikle sorularla başlarsınız.
Ama öyle kolay da değildir.
Sormak için düşünmek gerekir.
Neyi soracağınızı hesaplamadan ağzınızı açtığınızda saçmalamak kaçınılmazdır.
Abuk-sabuk şeyler kaçabilir ağzınızdan…
Bir daha da durumu toparlayamazsınız.
Soruların çok çeşitli olduğu bilinen bir gerçektir.
Tam sayısını bilmemi beklemeyin.
Ama çanak soru diye bir şey var mesela…
Muhalif ya da kazık soru olabileceği gibi…
Bunlara “sıkıştırma” soruları da denebilir.
Konuyu açmak için yöneltilen sorular vardır.
Bazen gidişatın yönünü değiştirmek için sorulur.
Bilgi amaçlı sorabilirsiniz.
En masumu, en yararlısı da budur sanırım.
Bir başka anlamıyla öğrenmek için sormak…
Eğitimciler, soran öğrenciyi çok sever mesela…
Çünkü sormak; öğrenmenin ve bilgi edinmenin anahtarıdır.
Elinizdeki evrakla bir kuruma gittiğinizde genellikle soru cümlesiyle başlarsınız.
Zaten siz sormasanız da memur sizi; “Buyurun; nasıl yardımcı olabilirim?” sorusuyla karşılayacaktır.
Biraz incelikten mahrumsa; “Buyurun; ne vardı?” sorusu hazırdadır.
Evlilikler bile soruyla başlar.
Yoksa nikâh memuru, birbirinizi kocalığa ya da karılığa kabul edip etmediğinizi başka türlü bilemez ki…
Bazıları da katiyen soru sevmez…
Bunu anlamak çok kolaydır.
Çünkü onların; “Bana soru sorup durmayın!” şeklindeki çıkışmalarından, vaziyetin fecaati hemencecik anlaşılır.
Zaten biraz akıllıysanız ya da bir zaruret yoksa zavallının üzerine gitmezsiniz.
Tabi bu arada; gerilen ortamı yumuşatma amacı güden soruları da unutmayalım.
Bu noktada soruya verilecek muhtemel cevabın hiç bir önemi yoktur.
O nedenle bu tür sorular amiyane tabirle “yalandan sormak” kategorisine girmektedir.
Hemen unutmadan söyleyeyim:
Her doğru, her yerde söylenemeyeceği gibi, her soruyu da her yerde soramazsınız.
Onun zamanlamasını da siz belirleyin artık…
Bir de “saçma sorular” vardır ki; bunu genellikle telefon görüşmelerinde yaşarsınız.
Konuyla hiçbir alakası olmasa da, size nerede olduğunuzu sorarlar.
Vatandaş sanki bunu sormazsa, konuşmaya başlayamayacak gibidir.
Gelgelelim soru sormak, insanlığın asla vaz geçemeyeceği bir nimettir.
Velhasıl…
Soru sormadan bireylerin birbirini, toplumu, olayları, doğayı ve bilgiyi anlaması mümkün değildir.
HOŞÇA KALIN