KAŞIMA, KARIŞTIRMA, KIYASLAMA...!
Her Türk vatandaşı gibi Türk olmakla her zaman gurur duydum...
Bu benim en doğal hakkım...
“Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz” ruhunu hep sevdim ben...
O kanı, o ruhu, o imanı severek, duyarak ve hayranlıkla karşıladım hep...
Birilerinin yaptığı gibi...
Sadece Kanunileri, Fatihleri, Alpaslanları değil... Atatürk’ü de sevdim ben...
Ya da en az Atatürk kadar diğer büyük şahsiyetlerimizi de sevdim.
Ne eksik, ne fazla...
Bir insan, tarihine baktığında atası için; “Şu iyiydi, bu kötüydü” diyemez.
Derse; sorun vardır, virüs vardır.
Kendini nerede gördüğü noktasında sıkıntı vardır.
Bütün o anlı şanlı mücadeleleri veren biziz... Başkası değil...
Hatalarımız, sevaplarımız bir yana, isimler üzerinde amacı dışında tartışmak ya da polemiğe girmek...
Veya bazılarını göklere çıkarırken, bazılarını değersizleştirmek, cehaletin ve ruhsuzluğun ta kendisidir.
Özellikle 1071’de Alpaslan’la başlayan Anadolu tarihi bizimdir.
Dolayısıyla Atatürk de bizimdir, Fatih de bizimdir.
Daha açık söylemek gerekirse; bu konuda gereksiz tartışmalara girmek, zaman ve güç kaybından başka bir şey değildir.
Belki de bu yüzden; önümüzde dağ gibi birikmiş başka sorunları çözmeye fırsat bulamıyoruz.
Bu millet kanla-canla, topla-tüfekle, kılıçla-kalkanla destanlar yazmayı defalarca ıspatlamıştır.
İş başa düştüğünde yine ve yeniden ıspatlamaya hazırdır.
O yüzden işin bu kısmını aşalım artık...
Ve şu noktaya gelelim: Biz; yurt edindiğimiz bu topraklarda mutlu geleceğimiz için ne yapıyoruz?
Genel olarak yerleşik düzene geçeli henüz bin yıl bile olmadı.
Ki; bu zaman dilimi kimi tarihçilere göre eşiktir.
Bu süreyi doldurmaya çok az bir süre kaldığına göre demek ki; sen-ben kavgası yerine daha başka sıkıntıları ya da güzellikleri konuşmalıyız.
Geçen sürede medeni alanda ne kadar ilerledik?
Şehir yaşamında kent kültürünü ne kadar özümsedik?
Artık ilkelleşen feodal yapımızdan ne oranda kurtulduk?
Sosyal ve ekonomik hayatımızda hangi sıkıntılarımızı giderdik?
Şehirlerimizin mimari yapısını, estetiğini düzene koymada hangi başarıları sağladık?
Tarihi ve kültürel miraslarımıza yeterince sahip çıktık mı?
Medeniyetin gereği açısından Anadolu ve Trakya’da çevreyi koruyabildik mi?
Yine bir medeniyet göstergesi olan trafikte, birbirimizin gözünü oymaktan vazgeçtik mi?
Bin yıl önce başlayan hoş görümüzü, bu gün azınlıklara ya da bizim gibi düşünmeyenlere karşı sergileyebildik mi?
Devletine sahip çıkan birey kadar, insanını koruyup kollayan bir devlet anlayışına ve yapısına ulaştık mı?
Demokrasiyi bir “aksesuar” olarak kullanmak yerine, tüm fonksiyonel haliyle hayata geçirebildik mi?
Geçmişinin idrakinde ama geleceğe de hazır bir nesil yetiştirdik mi?
Bilim, sanat ve sporda fersah fersah yol aldık mı?
Artık bunları tartışmalıyız.
Bal vermeyen arı misali, sonuç getirmeyen kısır tartışmaları bir an önce çöpe göndermeliyiz.
Kanımızla-canımızla aldığımız bu topraklarda artık uygarlığı talep etmeliyiz.
Etmeliyiz ki; atalarımızın ne için ve ne uğruna şehit düştüklerinin ve yapılan fedakar mücadelelerin bir anlamı olsun.
Onlar; hiç tereddüt etmeden bizim için canlarından olduysa, biz de, gelecek nesil için her ne gerekiyorsa aynı kararlılıkta yapmalıyız.
Milli ve manevi değerler... Üzerine de evrensel ilke ve değerler...
Başka çıkışımız yoktur bizim...
HOŞÇAKALIN