HAKK’A SIĞINMAK
Hüseyin Rahmi Gürpınar Hakk’a Sığındık romanında anlam zengini kavramlar kullanmış. Günümüz gençleri, bu kavramların geçtiği edebî cümleleri yazık ki anlamaz. Keşke anlayabilseler de edebiyatın tanık olduğu tarihî gerçekleri öğrenip ders alabilselerdi. Bir dil ve kültür sorunumuz var ki içler acısı! Yüzyıl önce ne haldeymiş İstanbul? Yaşıyorsun, kuruyorsun, hissediyorsun bu romanda. Filme alınsa yazarın döktüğü dilin etkisi olmaz. Çünkü dökülen edebî dilin muhayyilelerde canlandırdığı çeşit çeşit görüntüler, duygular, düşünceler, çağrışımlar verilemez! Örneğin olaylar, mekânlar içinde anlam zengini seyyiat, tayyip, keyf ve neşve kavramlarıyla zıtlıklar, çatışmalar öyle ustaca anlatılmış ki romanda, kendini verip okuyunca titreyecek oluyorsun, düşünüyorsun!
Romanda 102 yıl önceki İspanyol nezlesi salgınının tetiklediği seyyiat da anlatılıyor. Hâlâ virüs enfeksiyonlarını yok edemeyen insanlık, öldürme ve konforlu yaşam teknolojisiyle doğanın ilahî dengesini bozmakla kalmadı. İletişim teknolojisiyle de ruhun gıdası okuma alışkanlığını yok etti. Herkes kısa mesaj yazıyor birbirine.Okuyup hissetmeye, düşünmeye vakit yok! Müzikler de tuhaflaştı, çünkü hissedecek ruh kalmadı ki! Tarihi, kültürü, nesillerimizi birbirine bağlayan dilimizi; bizi biz yapan el ele birlik ruhuyla yaşamayı unuttuk beton yığınlarında.Yüreklerimiz kabız oldu. Koşuşturma içinde duygu yok, hayal yok, sevgi yok, kule asansörlerinde birbirini tanıyan yok!
Kötülükler, günahlar ve bunların sonucu ortaya çıkan tüm çatışma, çile, dert ve üzüntülerin genel adıdır seyyiat. Arapça diye unutturuldu arı Türkçe yanlısı aydın ve yazarlarca. Arı Türkçe karşılığını da üretemediler.Tutucu dilcilikle kültür yok etme anlayışı, insanlığı iyilik modelleriyle birbirinden de kendi kökünden de koparıp yabancılaşma patolojisine düşürdü. Sonuç ne? Sürekli silah teknolojisini tetikleyen düşmanlık. Cana kasdeden koronavirüsü de yok et bakalım muktedirsen! Seyyiat yarışı çok da tayyip keyf ve neşve paylaşımı niye yok?
Tayyip, kullanıldığı yere göre“iyi,helal,hayırlı,kutsal,temiz,güzel,hoş,verimli,iyi davranış,haram şüphesi olmayan, izin verilen,güzel cemaller, yaradanı övücü söz” gibi anlam zengini bir kavram. Bir de “ayb” kökünden ta’yip var, anlamı ayıplama. Cumhurbaşkanımızın adı Tayyip! Bilmeden veya kasıtla uzatıp Ta’yip demek hiç hoş olmuyor. Seçim sırasında çok dendi. Slogana nağme vermek için ikinci hece uzatılmalıydı. Keyf de kullanıldığı yere göre “sağlık,âfiyet,hoşlanma,memnunluk,gönül açıklığı,hafif sarhoşluk duygusu, sevinç,arzu,heves,mizaç,tabiat”gibi anlamlar taşır.Romanda hoca görünümlü çıkarcı, Hakk’a sığındığı sanan zavallılarca saygıyla karşılanır. Selamını şu sözlerle alırlar: Ve aleykümsellam ya Hacı Hurşit, faddal ya seydi, keyf tayyip? (faddal:buyur, seydi:efendi)
Yanlış olarak neş’e bilinen neşve,“sevinç,hafif sarhoşluk duygusu,keyf” anlamlarının hepsini birden verir. Yani neşvelendik dersek hem sevindik hem keyflendik hem de hafif sarhoş olmuş gibi haz duyduk demiş oluruz.42 yıldır içli dışlı olduğum edebî eserler tarihe, toplumsal hayata tanık ve ışıktır. Okuyanın yükseltememişiz ilahî dengenin buyurduğu insanlığı bir arpa boyu demekten kendini alamayacağı bu romandaki derdin dersi önemli:
“Dünyadaki bütün seyyiat tetkik edilirse yüzde doksan dokuzunun yoksuzluktan ileri geldiği anlaşılır.” diyor, roman kişisi Nüzhet Ulvi, ifade verdiği Komisere.İspanyol nezlesinin çocuk ölümü seyyiatı da yoksulluk sonucudur. Beden ve ruhunun ihtiyaçları aynı olan insanların çok farklı yaşantıları ne halt? Bir beden düşünün ki baş rahat, altındaki bütün organlar sakat. Kim ister böyle ağrılı sızılı bir hayat?Baştaki beynin emri bu acı asırlardır, heyhat!
Romandaki vicdanî sorgulama bu mealde. Devlet İslama bağlı ama bir yanda sefa, diğer yanda cefa. Çaresizlik içinde Hakk’a sığınan çok lakin cahilce. Allah’la aldatanlar hakim halka. Oku, aklet diyen Kur’an, aldatanların yorumlarıyla çarpıtılınca baş sağlam olsa ne çıkar? Beyin kim? Aşık Seyranî şiirlemiş: Mahkeme meclisi icat olduğu, çeşme-i rüşvetin akmaklığından; kaza bela ile alem dolduğu, kazların kadıya uçmaklığından!
Atatürk’ün de ilki Viyana’da diğeri İstanbul’da iki kez yakalandığı İspanyol nezlesi, Nazım Hikmet’in Kuvayı Milliye Destanı’nda da kayıtlı. Eser, korkak bir ırgatın vatan işgalini umursamazca gül dibinde yatarken taş altından çıkan yılanın tesadüfî bir kurşunla başı koptuğunu görünce düşünüp ibret alarak seslenişini de şöyle anlatıyor: İbret al deli gönlüm,demir sandıkta saklansan bulur seni, ak taş altında kara yılanı bulan ölüm! Bu ibretle atılıp öne düşer, Antepliler de peşine. Aklederek Hakk’a sığınmış, Karayılan olmuştur artık. Allah’ın emri değil mi akletmek?
Bilim ardında ilahî denge sırlarını akletme yoluna çıktık şükür. Yoldakilerin ayağı inatlaşma taşlarına takılmaz inşallah, duam bu. Prof.Dr.Ercüment Ovalı bataklıktayım, başaracağım diyor. Hemşerim, komşum, yakın dostum Prof. Dr. Sait Kapıcıoğlu Hocanın yetenekli bulup yetiştirdiği bir değer. Meslektaşlarımca doğru anlaşılmadım diyor. Cumhurbaşkanım da Sağlık Bakanım da inatlaşmaların bilim dünyasını da sarmasına izin vermemeli asla!
Baş olanın vicdanî sorumluluğu da olmalı.İçindeki beynin ağrı sancı emri verme ihtimalini de düşünmeli hep. Akıl ve bilimle sığınırsak Allah, yılanın boynunu vuran kurşun misali, virüsün hastalık sırrını çözen tesadüfleri sunmaz mı bize? Yaramadı diye ilacı değiştirilen bir hanımın dua edip iyileştim sözüne tesadüf edince şok oldum, aynı ilacı hayat kurtarma heyecanıyla açıklamam, çok yanlış yorumlara neden oldu diyen Ovalı’nın bu sözü çok önemli. Birbirimizi doğru anlayamama yüzünden belki de çare ilaç ve aşıyı bulma tesadüflerini de kaçıracağız. Lider ülke olurduk, asırlarca akletmeden Hakk’a sığındık sanmasaydık.Yeni görmedik mi romandaki sığınma gibisini? Yeter!