8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ
Bir toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça, diğer kısmı göklere yükselebilsin! der Mustafa Kemal Atatürk…
Oysa ülkemizde son dönmede kadına şiddetin günden güne arttığını ve kadının özgürlüğüne yönelik devrim yasalarının hiçe sayılmaya çalışıldığı görülüyor. Şubat ayı 28 gün olmasına rağmen, Şubat 2019’da 47 kadın öldürüldü bu topraklarda.
Kadının kendinden ayrılmasını bir türlü hazmedemeyen erkeklerin, yaşamlarını hapiste geçirmeyi göze alarak, böyle bir olaya kalkışması, toplumun geneline yayılan bulaşıcı bir hastalıktır. Toplumu saran bir virüs gibi, günden güne artan bu cinayetler, kadını kendinden ayrı bir birey olarak kabul etmeyen, kadını kendine ait bir meta olarak gören zihniyetin göstergesidir. Her türlü şiddete ve eziyete rağmen, kadının evini terk etmemesi gerektiğinin ve ancak koca isterse gidebileceğinin, tüm toplumca kabul edilmiş manifestosudur. Kadının kendi ayakları üzerinde durabileceğinin ve isterse kendi gücüyle varolabileceğinin inkarıdır. Erkeklikleri ve erkeklik onurlarını, kadınları bir meta olarak sahiplenmekte gören, onca erkek de, doğru olanı yaptıklarının gururuyla, aslında acınacak bir halde, şiddeti uygulamaya boyun eğmeye devam etmektedir. Namusu, kadınlarını sahiplenip, göz açtırmamak sanan, karıları evden gittiğinde, namuslarından olduğunu sanan, kızları, sevdiği gence gidince, namussuz olmaktan korkan, fakat, ellerin kızını taciz etmekten çekinmeyen, ona buna saldırmayı kendine hak gören, çalıp, çırpmayı namussuzluk addetmeyen onca erkek de, bu toplumda olağan yaşamlarını sürdürmektedir. Toplum onları pohpohlamaya, cesaret vermeye ve zavallı durumlarını yüceltmeye devam etmektedir. Gelenek ve göreneklerin ardına sığınıp, ruhsal yaralarını kapatmaya çalışan bu insanlar, bir gün doğru cevabı bulduklarında ve kalplerinde vicdanlarıyla yüzleştiklerinde çok geç kalmaktadırlar.
Ülkemiz gelişim adı altında kadınların daha geriye çekildiği, bir toplum düzenine doğru yol alıyor. Biz kadınlar, kimimiz sessizce bunu uzaktan izliyor, kimimizde en ateşli şekilde bu gidişatı savunuyoruz. Yasaların daha gerilere götürülerek, kadınları erkeklerin hükümdarlığına alacak değişikliklerin onaylanması için uğraşıyoruz. Farkında değiliz, bizlere verilen hakların bir bir elimizden alınmak istendiğinin ve dört duvar arasında yaşama mahkum edilmenin ayak seslerinin. Yıllar öncesinde kadınlar daha iyi iş koşulları için yanarak ölmeyi göze almışken, şimdilerde kazandığımız hakların kaybedilmesi için uğraşmayı, ya da daha eşit şartlarda yaşam hakkı için çabalamayı anlamak mümkün değildir.
Gün, kadınların korkusuzca ayakta durmaları gereken gündür. Birbirine destek olup, kol kanat germe günüdür. İçlerindeki gerçek gücü bulma ve ortaya çıkarma günüdür. Korkmadan ve yılmadan, insanca yaşama günüdür. Şiddete boyun eğmeden, şiddet karşıtı yasaları harekete geçirme günüdür…
En derin korkumuz yetersiz olmak değil,
En derin korkumuz ölçüsüzce güçlü olmamız,
Karanlığımız değil, ışığımız bizi en çok korkutan,
Kendimize sorarız, ben kimim ki parlak yetenekli, muhteşem harika olayım?
Biz kimiz ki, olmayalım bunları, Tanrının çocuğusun sen,
Küçük oynaman dünyaya yaramaz.
Etrafındakiler güvensiz hissetmesin diye kendini,
Ufaltmanın ne yararı var,
Hepimiz çocuklar gibi parlamak üzere yaratıldık,
Bu hepimizin içinde…Ve kendi ışığımızı parlattığımızda,
Farkında olmadan, aynısını başkalarına da yapma iznini veririz,
Kendi korkumuzdan kurtulduğumuzda,
Varlığımız kendiliğinden, başkalarını özgürleştirir. (Nelson Mandela)