SEÇMEN SİYASETÇİ CİLVELEŞMESİ...
Çok ilginçtir...
Ülkemiz tek bir merkezden yönetilmesine rağmen...
Batıdan doğuya gittikçe yaşamın durgunlaştığını, rutinleştiğini ve yavaşladığını görürsünüz.
Doğuya doğru şehirlerin erkenden yaşama veda ettiğini, kepenklerin kapandığını ve sokaklarda kedi ve köpeklerden başka canlının kalmadığını görürsünüz.
Oysa batıya yönelince şehirlerin en geç saatlere kadar yaşadığını inkar edemezsiniz.
Gecenin bir saatinde batıdaki esnaf hala alış veriş yaparken, doğudaki esnafın çoktan yorganı başına çekmesi...
Size de tuhaf gelmiyor mu?
Bu işte bir gariplik yok mu?
Bu tuhaflığa şöyle bir kolaycılıkla cevap verilebilir:
“İş yoksa esnaf ne yapsın? Mecburen evine gidecek.”
Elbette bu durumun “günahını” esnafa yükleyemeyiz.
Ama pekala yönettiği şehri canlandıramayanları, renklendiremeyenleri sorgulayabiliriz.
Ve elbette herhangi bir adayın, herhangi bir seçimi kazanması başarılı olacağı anlamına gelmiyor.
Başarılı olmayacağı anlamına gelmediği gibi...
Bu güne kadar her vatandaşımız gibi hiç bir adayın “pembe tablolar” çizmediğini görmedim.
Hatta genel kural şudur: İnandırıcı ve ikna edici olan ipi göğüsler.
Zaten bu sözü, böyle olmak zorunda olduğunu bilerek ve idrak ederek söylüyorum.
Ancak bir “bilinmezlik” tehlikesini de görmemiz gerekiyor.
Bu güne kadar; inandırıcı olması veya arkasına partisinin gücünü alması sayesinde birçok ismin hiç de “haketmediği” noktalara geldiğini biliyoruz.
İddialı gelebilir ama şu ifade kesin bir ölçü olmalıdır:
Herhangi bir makamı hedefleyen bir siyasi; partisinin gündemini olduğu kadar ülkenin ve dünyanın gündemini de takip etmediği sürece başarılı olması mümkün değildir.
Bu tespitin tartışılacak bir yanı olduğunu düşünmüyorum.
Bu işler; at gözlüğüyle, devekuşu misali kafayı kuma gömmeyle veya çevrede oluşan belirli bir kitlenin “gazıyla” olacak işler değildir.
“Bülbül gibi şakıyan” bir siyasinin karşısında, seçmenin umuda kapılması da bir başka bilinmezliktir.
Zira işin sonunda “hayalkırıklığı” tehlikesi vardır.
“Adam, ne konuştu bee...!!” diyerek ardından gideceğimiz hayaller, bir anda kabusa ya da ciddi sıkıntılara dönüşebilir.
Buna rağmen her seçim döneminde siyasilerle seçmen arasında “sosyal ve siyasal cilveleşme” diyebileceğimiz hadiseler yaşanacaktır. Bu, kaçınılmazdır.
Çünkü; siyasetçi oy almak için, vatandaş da beklentilere cevap bulabilmek için her türlü taktiği denemek zorundadır.
O yüzden tıpkı insan ilişkilerinde olduğu gibi nazlar, tripler, gönül koymalar, gönül almalar, hediyeleşmeler, küsmeler, gülümsemeler ve riyakar övgüler olacaktır.
Ama siz de takdir edersiniz ki; renkli ve yorucu gibi görünen bu süreç bir hayli kaygandır.
Nedeni şudur: Seçim gününe kadar her iki taraf da birbirine duymak istediklerini söylemiş, görmek istediklerini göstermiştir.
Seçim günü gelir geçer. Umudun yerini hayalkırıklığı alır.
Umuda sürülen yağlar bitmiş, hayallerle süslü kaygan zemin sona ermiş ve tüm çıplaklığıyla yerini hayatın acımasız gerçeklerine terketmiştir.
Durum şudur: “Sosyal ve siyasi cilveleşme” mücadelesiyle sona eren seçimin ardından hem siyasetçi, hem de seçmen cephesinde bir taraf “üzülmüşken”, diğer taraf “mutlu, mesut, bahtiyar olmuştur”.
Adeta; mutsuzluğun üzerine inşa edilmiş mutluluk gibi...
Sözkonusu tablo böyle bir manzara arzederken, ben de tutmuşum batıyla doğu arasındaki gelişmişlik farkını sorgulamaya çalışıyorum.
Oysa o noktaya varabilmek için o kadar çok yolumuz var ki... HOŞÇAKALIN