MEHMET AKİF ERSOY DEMİŞKEN...
Bu milletin en büyük talihsizliklerinden biri de hiç kuşkusuz devletiyle, değerleri arasındaki anlaşılmaz çatışmalar olmuştur.
Çünkü bu millet, kendi değerlerini koruyup kollayacak, gayesine ve hislerine tercüman olabilecek bir bürokratik kadroya her zaman sahip olamamıştır.
Düşünün bir kere…
Devlet, Türk Milleti’ne ait…
Ama gel gör ki; bu millete ait olduğu düşünülen devlet, hemen her fırsatta milletin değerleriyle “didişerek” kime hizmet ettiği belli olmayan bir tablo ortaya koymuştur.
Konuyu daha net açabilmek adına isterseniz örneklerle devam edelim.
Milli Şairimiz M. Akif Ersoy’un cenazesinin nasıl kaldırıldığını tarih sayfaları apaçık yazıyor.
İstiklal Marşı için teklif edilen ücreti almayan…
Bu şaheseri, şiirlerini topladığı Safahat kitabına koymayan…
“Allah bir daha bu milleti İstiklal Marşı yazmak zorunda bırakmasın” diyen…
“İstiklal Marşı, artık bu milletin malı olmuştur” diyerek büyük bir fazilet örneği sergileyen Milli Şairimiz; yoksulluk ve yalnızlık girdabında bu dünyayı terk etti.
Cenazesinde devlet erkânından tek bir isim bile yoktu.
Adına nice mısralar yazdığı ay yıldızlı bayrak bile ona çok görülmüş ve tabutuna sarılmamıştı.
Naaşı, belediyelerin kimsesizlere yaptığı işlemler kapsamında at arabasına konulmuş ve Beyazıt Camii önüne öylece getirilmişti.
Milli Şair’in cenazesi camiye getirilirken İstanbul Üniversitesi’nde eğitim gören edebiyat, hukuk veya tıp öğrencileri durumu fark etmese, onun Mehmet Akif Ersoy olduğunu kimseler bilemeyecekti.
Bir anda alarma geçen öğrenciler namaz saatine kadar üniversitenin deposundan bir Türk Bayrağı temin ederek tabutun üzerine örtmüştü.
Hemen ardından çevreye yayılarak cenazeyi herkese duyurmuşlardı.
Bu sayede oluşan yoğun kalabalıklar eşliğinde Mehmet Akif Ersoy son yolculuğuna uğurlandı.
Ama her nedense cenazesinde devlet yoktu.
Cenazeyi zorunlu olarak camiye getiren belediye görevlisini saymazsanız tabi…
Yokluk ve çaresizlikler içinde var olma savaşı veren bu milletin kanını tutuşturan Milli Şairimiz işte böyle yolcu edilmişti.
“Vurulmuş tertemiz alnından uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna Ya Rab; ne güneşler batıyor” diyen bu devasa yürek, ölümü sırasında devlet erkânından ya da protokolünden hiçbir taltif, saygı ve hürmet görmemişti.
1937 yılında hayata veda etmişti ama onu bu hallere reva gören aynı anlayış, devam eden yıllarda da onun hatırasını görmezden gelmiş ve zerre kadar dikkate almamıştı.
Zira ailesi ve çocukları yokluk ve ilgisizlik batağında onun ardından bu dünyayı terk etmişlerdi.
Eğer bazılarının iddia ettiği gibi reenkarnasyon denen şey mümkün olsaydı ve Mehmet Akif yeniden dünyaya gelseydi, kendisine ve ailesine reva görülenler karşısında neler yazardı kim bilir…
Bir insan düşünün ki; hayatı boyunca acı içinde acı yaşamış…
Çanakkale ve Kurtuluş savaşı yıllarında bu milletin içine düştüğü durumdan ziyadesiyle acı çekmiş bir insan, daha sonra sürgünlerle, yoklukla ve yalnızlıkla ödüllendirilmiş bir başka acıyı yaşamaya mecbur bırakılmış...
O Mehmet Akif ki; kaleme aldığı İstiklal Marşı, Meclis’te tam üç kez okunmuş ve milletvekilleri tarafından ayakta çılgınlar gibi alkışlanmıştı.
Ve aradan geçen yaklaşık 15 yıl sonra hayata veda ettiğinde yanında milletten başka kimseyi bulamamıştı.
Mehmet Akif Ersoy, devlet kademelerinin milletin değerlerini hiçe saydığı örneklerden sadece biri…
Demokrasiye emekleyerek geçmeye çalıştığımız 1960’ların başında bu ülkede bir başbakan asıldı.
Mahkemeye çıkarıldığında Adnan Menderes ne anlatırsa anlatsın, o dönemin egemen güçleri onu idam etmeyi kafasına koymuştu.
Oysa Menderes, milletin gönlünde önemli bir yer edinmişti.
Buna rağmen millet iradesiyle getirildiği makamdan alınarak idam edilmişti.
Üstelik; “Sizi mahkemeye çıkaran güç, böyle istiyor” diye alay edilerek…
Bu örnekte de milletin hassasiyeti zerre kadar değer görmemişti.
Daha nice örneklerle yazıyı sürdürmek mümkün…
Ama bir gerçek var ki; devlet kademelerinde köşe başlarına hâkim olanlar, her fırsatta millete rağmen milleti yönetmeye çalışmış ve bu topluma en büyük kötülüğü etmişlerdir.
Ve bana öyle geliyor ki; Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenler, bu ilkel ve çağdışı anlayıştan arınmadığı sürece düşmanı uzaklarda aramaya hiç lüzum yok...
HOŞÇAKALIN…