ORDU’DAKİ SEL GİBİDİR İNSAN RUHU...
Kişi istemedikçe...
Yaşanan her duygu, taşınan her düşünce, kimsecikler tarafından bilinemez.
Yüreğinin arşivinde ya da aklının görülmeyen ardiyelerinde saklayıp durur onları...
Saklanan her ne varsa; bunlardan bazıları kendi hatası, özlemleri, beklentileri, ulaşamadıkları ya da hayalkırıklıklarıdır.
Bazıları da; dışarıdan gelen ve saklanmak zorunda hissedilen evraklardır.(!)
Kişi kendini sıradan bir insan olarak görse de...
Gereksiz her ne varsa bulundurmak zorunda olan bir depo...
Yine gereksiz her ne varsa taşımak zorunda olan bir binek hayvanı kıvamında bulur kendini...
Artık hissedilen şey, insan dışında “her şey” olduğu yönündedir.
Ancak sözkonusu “her şey”in, “hiç bir şey”e doğru evrilmesi kaçınılmazdır.
Zira o ana kadar ruhunun dere kenarlarına kaçak yapılar inşa edilmiş...
Yolları dayanıksız yapılmış...
Köprü ayakları cılız kalmış...
Suya geçit vermeyen betonlaşma harfiyyen uygulanmış...
Hatta akarsu yataklarına ihtiraslı ve gereksiz müdahalelerde bulunulmuştur.
Büyük tahribatlara yol açacak patlamaların zemini hazırdır artık...
Tam bu aşamada Ordu’daki gibi şimşekler çakıp, yıldırımlar düşmeye başlar ruhunun derinliklerinden...
İşte bu; tahammülün iflas ettiği andır.
Ve bütün muhafaza ettiklerini hoyratça püskürtmesinin tam zamanıdır.
Bu noktada anlaşılır ki; “her şey” gibi görünen, aslında “hiç bir şey”in ta kendisidir.
İhmal edilmiştir, anlaşılamamıştır ya da görmezden gelinmiştir.
Ordu’daki sel gibidir insan ruhu...
Kişinin yaşadıkları sonucu isyan başlatan ruhu, Ünye Cevizdere köprüsü olup çökmüştür.
Veya Eski Elekçi Köprüsü’ün ayakları olup bel vermiştir.
Bolaman, Elekçi olup taşmıştır.
Hatta ruhunun Karadeniz Otoyolu, saatlerce trafiğe kapanmıştır.
Uzun zamandır kaynayan kazan, içindeki suyu taşırıp Ordu’daki sel gibi önüne ne kattıysa silip süpürmüştür.
Zıvanadan çıkan insan ruhu, zaten olmayan mahsulünü toplamaya çalışan fındıkçının bahçesini göle çevirerek ona bile acımamıştır.
Ne demiştik?
Ordu’daki sel gibidir insan ruhu...
Kişi; ister dışarıdan gelen olumsuzluklarla...
İster kendi eliyle iç dünyasına yaptığı kötülüklerle, pekala isyan eden ruhuyla karşı karşıya kalabilir.
Ruhun isyanı, filin züccaciye dükkanına girmesinden farksızdır.
Kabından taşmayagörsün.
Vereceği zarar, Ordu’daki sel gibidir kuşkusuz...
Peki; bu duruma gelinmesinde suç kimde?
Elbette ruhun patlaması ihtimaline karşı hazırlıklı olmayan her kim varsa onda...
Aklımızca suçluyu bulduğumuzu varsayalım.
Geçici bir rahatlamadan başka ne yararı olabilir ki bunun...?
Bu noktada zaman kaybetmeden çözüme gelelim artık...
Çözüm, taşıyamayacağı gereksiz yüklerden ruhumuzu arındırmaktır.
Tıpkı ruhumuzun Cevizdere Köprüsü gibi... Ya güçlendirmeli, ya da taşıyamacağı oranda vasıtaya izin vermemeli...
Yine ruhumuzun dere kenarlarında, ırmak yataklarında istediğimiz gibi at oynatmamak gibi...
Erozyon ve heyelana karşı ruhumuzun bakir topraklarını ağaçlandırmak gibi...
Gereksiz yere ruhumuzun denizine dolgu yapmaktan vazgeçmek gibi...
Ezilen ve hor görülen ruhumuz, azap gördüğü takdirde intikamı da o oranda acımasız olacaktır.
Tıpkı Ordu’daki sel gibi...
Çünkü;
Ordu’daki sel gibidir insan ruhu...
HOŞÇAKALIN