TÜRK’ÜN AKILLI TELEFONLA İMTİHANI
Toplumun ve insanların ruh sağlığı için sosyal yaşam kaçınılmaz.
Yok sayarak bu gerçeği ortadan kaldıramayız.
Buna rağmen “yok sayarak” yaşayanları gördükçe insan üzülmeden edemiyor.
Bilim dünyası; insanın sosyal bir varlık olduğunu söyler.
Oysa insan, doğasına aykırı ne kadar eylem unsuru varsa inatla yapmaya devam ediyor.
Doğasına aykırı bir beslenme düzeni var.
Doğasına aykırı hareketsiz bir yaşamı var.
Doğasına aykırı bir yalnızlığı var.
Ama “doğasına uygun bir şekilde”, hayvandan farklı olarak olağanüstü bir ihtirası ve hırsı var.
Kendini bir deliğin içinden karşı tarafa geçirmeye çalışırken, önüne kim gelirse gelsin ezip geçiyor ve yoluna devam ediyor.
Ta ki; bir başkası onu ezip geçinceye kadar...
Midesini doyuran, gerekirse zihnini besleyen insanoğlu, ruhunun ihtiyaçlarını unutmuş durumda...
Çok şey istiyor insan...
Ne yazık ki; bu da ne istediğini bildiği anlamına gelmiyor.
Çok defa aradığı şeyin hemen yanıbaşında, burnunun dibinde ve çok yakınında olduğunu bilemeyecek kadar acınası acizlikler sergiliyor.
İnsana ne lazım?
Huzur mu?
Mutluluk mu?
Güven mi?
Adı her neyse hep uzaklarda aradı sürekli...
Bilinmezdi uzaklar...
O yüzden de cazipti...
Aradığı ama bir türlü ulaşamadığı şey, elle tutulamayan, gözle görülemeyen umuttan başkası değildi.
Tek başına umut...
Şüphesiz itici bir güç...
Ve hatta enerji...
Lakin atıl bir enerji...
Dönüşemedikçe ziyan olmaya aday kıymetli bir nimet...
İnsan; mutlu olacağını sandığı şeyi uzaklarda niye arar?
Bir çeşit ruhsal tatminsizlik mi desek acaba?
“Acaba” diyorum çünkü malum tabloyu görünce hiç bir şeyden emin olamıyorum.
Niye uzaklar?
Niye biz, bize yetemiyoruz?
Uzaklarda olup da bizde olmayan ne?
Hemen yanı başımızda aile, eş, dost ve arkadaşlardan birileri varken, elimizdeki aygıt üzerinden dünyanın bilmem neresindeki biriyle iletişime ve ilişkiye girme çabası neyle ve nasıl izah edilebilir?
Ruhsal boşluğunu doldurmak için dağa taşa saldıran insan için, gerçekten hiç bir şey gelmez mi elden?
Her gün karşılaştığı komşusuna bir kez bile “merhaba” demeyen bir anlayış, nasıl olur da hiç yüz yüze gelmediği birine her Allah’ın günü selam gönderir.
Şöyle mi diyelim?
“Teknoloji sayesinde selam vermek varken, birilerine canlı kanlı selam verip hatır sormanın hiç bir değeri ve çekiciliği kalmadı.”
Bu mudur?
Fişi çekilince, şarjı bitince yok olan bir düzenden ne büyük beklenti bu...
Ne güzel tabirlerimiz var oysa...
Yürek yüreğe...
Göz göze...
Nefes nefese...
Kalp kalbe...
Nereye gitti bunlar?
Doğamıza uygun ne var?
Sadece yazıda mı kaldı?
HOŞÇAKALIN...