SANAT
‘Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.’ Der Mustafa Kemal Atatürk ve aynı zamanda der ki ‘Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bahan olabilirsiniz. Hatta Cumhurbaşkanı olabilirsiniz, fakat sanatçı olamazsınız.’’ Bu sözler Atatürk’ün sanata ve sanatçıya ne denli önem verdiği ve onları toplumun ilerlemesinin yapı taşları olarak gördüğünün göstergesidir.
Mustafa Kemal Atatürk sadece sözleriyle değil, yaşantısıyla da sanatı içselleştirmiş ve sanatın her dalına ayrı önem vermiştir. Bir ülkenin sadece ekonomik kalkınma ile gelişemeyeceğini, sanatsal faaliyetlerin olmadığı yerde, ilerlemenin ve çağdaşlaşmanın mümkün olamayacağını bizzat yaşayarak anlatmıştır.
Müziğin, resmin, tiyatronun, balenin, dansın, sinemanın, heykelin, ve diğer bütün sanat dallarının insan hayatındaki önemini kavramış, toplumların sanat ve sanatçı ile toplum olma bilincine erişebileceğini; yaşamı gerçek manasıyla anlamanın yolunun sanat olduğunu gelecek kuşaklara göstermiştir.
Bu bilinçle, Cumhuriyet’in ilk yıllarında, yeni ‘Türkiye cumhuriyeti’ ilerlemeyi, bir bütün olarak görmüş; toplumun hem ekonomik anlamda, hem de sanatın her dalında gelişmesini hedeflemiştir. Devlet Opera ve Balesi, Devlet Tiyatroları, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, Devlet Konservatuarları gibi kurumlar kurulmuş ve sanata hizmet etmeye başlamıştır. Meclisin vekilleri, devletin yönetim kademeleri sanata değer vererek ve sanatı toplumun her kesiminde yaşanmasını sağlayarak bizzat önayak olmuşlardır.
Ülkemin en önemli eğitim kurumu olan Köy Enstitüleri’nde yetişen çocukların her biri, bir müzik aletini ustalıkla çalabilen, resimden, müziğin temel bilgilerinden haberdar olan, tiyatro sergileyebilen, sanatın her dalından anlamakla birlikte, gerçek insani değerlere sahip, yetenekli ve çağdaş bireyler olarak yetiştiler.
Oysa 1980 sonrası ülkeyi saran bir kültür yozlaşması, sanatın küçük görülmesi, sanatçıya verilen değerin azalması ve eğitimde sanatın yerinin günden güne değişmesi ve öylesine bir hal alması ile, son yıllarda hızlı bir şekilde, sanatın iyileştirici ve toplumu geliştirici gücünden uzaklaştık.
Artık sanatın içine tüküren, heykelleri yıktıran, resimlere sansür uygulayan, tiyatro oyunlarını sansürleyebilen, sanatçıyı siyasetin emrinde bir siyasetçi gibi gören, müziğin evrenselliğinden bihaber olan siyasetçiler çevremizi sardı. Sanatı dar bir çerçevede gören, dansın kızlı erkekli olabileceğini hazmedemeyen, baleyi, operayı, klasik müziği dinlemek bir yana, küçümsemeye, halkın bağını koparmaya, adeta düşmanca bir tavırla, dalga geçmeye başladılar.
Mimari de bir sanat değil mi aslında. Mimariden bihaber olanlar, şehirleri beton yığını, zevksiz yığınlara dönüştürmeyi, sanatın en ufak bir kırıntısının olmadığı şehirlerde yaşatmaya başladılar insanları. Şehirler ruhsuz, şehirler tarihin izlerinden arınmış; şehirler mutsuz insanlarla dolu. İnsanlar arası çatışmalar, ortak değerlerden uzaklaşmalar ve şiddete meyilli, zarafetten ve incelikten uzak bir insan topluluğu var çevremizde. Ne geçmişi değerlendirebilen, ne geleceği hayal edebilen, düşünmeyen, sorgulamayan, eleştirmeyen, sadece kabul etmesi istenen, günlük kısır çekişmelerin içinde hapsolmuş, okumayan, yazmayan ve iletişim kuramayan bir neslin bireyleri olduk. Günü kurtarmaktan başka gayesi olmayan, güzelliklerden bihaber kalıverdik. Hayat damarlarımız koptu. Sanatsız kaldık….