DÜZENİ DÜZENSİZLİKTE ARAMAK...
Şöyle demişti bir filozof:
“Senin düşüncelerine katılmıyorum. Ancak düşüncelerini özgürce ifade edebilmen için canımı veririm.”
Adam aslında herkesin ne düşüncesi varsa açıkça ifade edilmesini istemiş…
Kabul görse de, görmese de…
Tahammülü zorlasa da, zorlamasa da…
Gelişmemiş ya da az gelişmiş toplumlara bir göz atın…
Düşüncenin ifade edilmesinde neredeyse bütün yolların tıkandığını görürsünüz.
Hemen hepsi de bireyin düşüncesine değer vermeyen ve hatta korkan bir yönetim anlayışına sahiptir.
Sonra bu korku alışkanlık haline gelir.
Hatta “öğrenilmiş çaresizliğe” dönüşür.
Ardından gelsin fanatizm, tabular, ön yargılar, taassuplar vs…
Bu iklim şartlarında kültürü, sanatı geliştiremezsiniz.
Diplomayı değil ama okuma oranını yükseltemezsiniz.
Bilimde elinizi kolunuzu oynatamazsınız.
Teknolojide birilerinin çöplüğü haline gelmekten, teknik anlamda çalışmalar yapmaya vakit bulamazsınız.
Sporda başkalarının ardısıra “nal toplamaktan” kurtulamazsınız.
Koca bir ülkeye, büyük bir coğrafyaya sahip olabilirsiniz ama…
Feodal bir toplumdan öteye gidemezsiniz.
Çünkü feodal toplumlar, hep birilerinin ya da birtakım rüzgârların etkisi altındadır.
O nedenle bu tür toplumlarda birey yoktur.
Zaten birey yoksa özgür düşünce de yoktur.
Size daha vahimini söyleyeyim:
Bu tür toplumlarda kişiler, düşünmeyi bilmezler.
Bir otorite için düşünmeyi bilmeyen insanların sevk ve idaresi çok kolaydır.
Çünkü keyfi hareket etseler de, hata yapsalar da onları zorlayan hiçbir etken yoktur.
Feodalizm, tarım toplumundan kalma bir tanımdır.
Bu tanıma göre toprakla birlikte “marabaya” hükmeden ağanın, her hangi bir yere ya da makama hesap verme zorunluluğu yoktur.
İşte o düzen, boyut ve şekil değiştirerek günümüzde yer yer hüküm sürmektedir.
Bu sistemde insan, sistemin bir parçasıdır.
Sistemin çarkları arasında iyice ezilen ve öğütülen bir insandan “birey” olmasını bekleyemezsiniz.
İnsanı toplumun hücresi kabul ederseniz, hücre artık etkisizdir.
Aidiyet duygusu iliklerine kadar işlemiştir.
O saatten sonra sistemin dayattıklarını yerine getirmek en büyük mutluluk kaynağıdır.
O yüzden de düşünmez, sorgulamaz, araştırmaz, geliştirmez.
Zira bu tür toplumlara bir çeşit narkoz verilmiştir.
Beden değil belki ama beyin artık uyuşmuştur.
Böylece mevcut düzeni sarsacak aykırı düşünceye tahammülü olmayan otorite, aradığını bulmuştur.
Başta Ortadoğu coğrafyası olmak üzere dünyadaki bazı “ülkeciklerin” bu formülle ne hale getirildiğini rahatlıkla görebilirsiniz.
Bu tür ülkecikler; mezhep, etnisite ve otoriter rejim sarmalındadır.
Buralardaki en büyük düzen, düzensizliğin ta kendisidir.
Peki, bu tabloya göre Türkiye ne durumdadır?
Durumumuz Ortadoğu ülkeleri kadar vahim olmasa da çok ciddi endişeler, soru işaretleri ve kara bulutlar yakamızı bırakmış değil…
Buna rağmen, kabuğunu kırmak zorunda olan ve yoğunlukla bu umudu taşıyan bir Türkiye var artık...
Yeter ki; cehaleti ve yanlışı tercih etmekte ısrar etmeyelim.
Niyet hayır, akıbet hayır...
HOŞÇAKALIN