GÜNAHIYLA SEVABIYLA TECRÜBEYİ YAZMAK...
Uygar ülkelerde bizim pek de alışık olmadığımız güzel bir alışkanlık vardır.
Belli bir birikim ve kariyer deneyiminin ardından insanlar anılarını yazarlar.
Hem bir döneme ışık tutmak için…
Hem de yaşananlardan gelecek kuşakların yararlanması için yaparlar bunu…
Çünkü uygar ve duyarlı insan bilir ki; kendisi bir ölümlüdür.
Yaşadıkları her neyse yazıya dökülmezse, kendisiyle birlikte toprak olup gidecektir.
Oysa bizim gibi uygarlığa kapıları aralamada sıkıntısı olan toplumlar, bu yöntemi kolay kolay uygulamazlar.
Adamlar, bunun yapılmaması halinde insanlık için ne büyük bir kayıp olduğunu on yıllar önce çözmüşler.
Uygarlığa “hayır” diyemeyeceğimize göre onlar gibi neden yapmayalım?
Neyimiz eksik?
Anılarımızdaki malzeme mi?
Yoksa bu konuda bir kitap çıkarmak için teknolojimiz veya diğer imkânlarımız mı?
Bu kadar önemli bir alışkanlığı kazanmak için çeşitli bahanelere sığınmaktan vazgeçelim artık…
“Benim kitabımı kim okuyacak?”
“Millet beni yanlış anlar”
“Şimdi onunla kim uğraşacak?
“Ne faydası olacak ki?”
Bahaneler, bahaneler…
Peki, tarih niye var?
İnsanlık nereden geldiğini bilmezse, nereye gideceğini nasıl bilebilir?
Mesela bundan yirmi-otuz yıl önce Fatsa siyasetinde neler oldu?
Bunu tam olarak bilen var mı?
Bazı hizmetlerin gelişinde neler yaşandı?
Kimi hizmetler tam gelecekken son anda neler oldu?
Detaylarıyla hangimiz biliyor bunları?
Eğer yazılıp çizilmezse tüm bunlardan gelecek nesillerin haberi olabilir mi?
Nasıl ki; gelecek nesillere iyi bir çevre, güzel bir dünya bırakmak zorundaysak…
Yaşanan tecrübeleri de aktarmak zorundayız.
Yüzümüzü dahi görmeyecek gelecek kuşakların, yaşadıklarımızı mümkünse tüm çıplaklığıyla bilmeleri en doğal haklarıdır.
Aksi takdirde onları bir bilinmezliğe doğru yolcu etmiş oluruz.
Elbette bir kitap yazmaktan söz ederken kişisel anlamda mahremiyet içeren anılardan söz etmiyorum.
Kitabın içindekiler toplumu ilgilendirmeli ve mümkünse yol gösterici olmalıdır.
Ayrıca yapılan hatalardan da mertçe söz edilmeli ki; ardımızdan gelen insanlar aynı hatalara düşmesin…
Bir anlamda bu bir görevdir.
Çünkü vebaldir.
Gelelim olayın pratik yönüne…
Her siyasi, her belediye başkanı, her iş adamı, her
STK temsilcisi, her muhtar, her kültür-spor adamı, hatta her bürokrat oturup hayatını kitaplaştırabilir mi?
Yani herkes oturup kitap yazabilir mi?
Elbette yazamayabilir.
Ama bu konuda pekâlâ teknik destek alabilir.
Yeter ki; gelecek kuşaklara karşı sorumlu oldu ğunun bilincine varsın...
Ve bahanelere sığınmasın.
HOŞÇAKALIN