15 TEMMUZ VE GERÇEK ADALET
Nuriye ve Semih 128 gündür açlık grevinde. Üstelik sokakta başlattıkları bu grev, şimdi cezaevinde devam ediyor. Yaşamlarının en verimli günlerinde; cezaevinde, hayatın kıyısında geçiyor günleri. Tek dilekleri mesleklerine geri dönebilmek, ne suç işlediklerini bilmek ve kendileri gibi haksızlığa uğrayanların sesi olabilmek…Oysa ne seslerini duyan var ne de duymak isteyen…
Nedir insanları bu denli sessizliğe iten, nedir yaşamlarında olup biten herşeye böylesine kayıtsız kalmalarını sağlayan, gelecek korkusu mu? Gelecek insanca ve duyarlı bir birey olarak varolmadıktan sonra, nasıl bir umut vadedecek ki yaşamımıza…
Yıllar önce, çok değil, 2-3 yıl önce büyük haksızlıklar yaşandı bu ülkede. Hapishanelerde 4-5 yıl, gün yüzü görmedi insanlar, hastalandı, ana- babasının cenazesine gidemedi. İntihar etti, gururuna yediremedi suçlanmayı, aç kaldı, evladına hasret kaldı, toplumdan soyutlandı, insanların gözünde vatan haini ilan edildi, işinden oldu, geleceğinden oldu, öğrencilerinden, hastalarından, kitaplarından, kalemlerinden uzak kaldı. Yaşamlarının en verimli çağlarında, bir köşede, herkesten uzak, suçsuz olduklarını ispat etmek için yıllarca uğraştılar. Ne mahkemelerde dinlediler onları, ne dışarıdakiler duydu seslerini. Onlara inanan insanlar hep inandı, hep savundu. Oysa kimileri, öylesine acımasızca yargıladılar ki onları, sanki gerçekti olanlar.
Ergenekondu adı, ülkeyi temizleme, vatan hainlerini hücrelere atıp, vatanın her karış toprağını daha yaşanılır, daha güvenli hale getireceğiz diyenlerin operasyonuydu. Sabaha karşı kapıların çalındığı, evlerde ne varsa didik didik edildiği, yazar, gazeteci, öğretmen, doktor, asker, subay, komutan kim varsa toplanıp götürüldüğü, savcıların, mahkeme başkanlarının özenle seçildiği, yargının gözlerinin tamamen açılıp, delillerin bir gecede hazırlandığı, dosyaların, dökümanların toprak altından çıkarıldığı, olmaz denilen herşeyin oldurulduğu, kahraman savcıların zırhlı Mercedesleriyle, kara gözlükleriyle demeçler verdiği, gözüne kestirdiğini sorgulayıp, içeri attırdığı bir operasyondu. Öldüler, hastalandılar, yılmadılar ve sonunda aklandılar. Yılları gitti, hayatları son buldu, umutları tükenmedi. Bu operasyonla, memleketin kaleleri zaptedildi, devlet sırları ele geçirildi, kurumlara güven çöktü, liyakat bitti, insanın insana bakışı değişti. Sonunda ise 15 Temmuz’da yüzlerce insanın ölümüne sebep oldu, binlerce insanın yaralanmasına…Ülkede kaos, travma ve güvensizlik had safhaya ulaştı. Olağanüstü hal ile yönetilen bir ülke haline geldik. KHK’lar ile insanlar işinden oldu, yüzbinler işsiz kaldı, hapishaneler insanları almaz oldu.
Bir zamanlar yapılan yanlışlar yeniden tekrarlanır oldu, bu kez başka bir tarafta, başka insanların hayatlarında yaşandı, dünün kahramanları ülkeden kaçtı, siyasiler af diledi, vicdanını temizledi, olduğu yerde kaldı. Belli yayınları okuyanlar, okullarda ders görenler, çalışanlar, sendikalara üye olanlar, bankalarda üç- beş kuruş bırakanlar işinden oldu, yine suçtan delile gidiliyor, yine tam olarak kimse suçunu bilmiyor, yine Adalet yara bere içinde kalıyor. Peki bunca insan neden öldü, demokrasi uğruna can veren 15 Temmuz Şehitleri; bu ülkede adaletin, demokrasinin, millet iradesinin üstünlüğü için canını ortaya koymuşken; iki insanın, Nuriye ve Semih’in gözümüzün önünde eriyip gitmesi, demokratik haklarının ellerinden alınması ve yaşamlarının kayıp gitmesi, nasıl bir demokrasi anlayışıdır, nasıl bir adalettir, nasıl bir insanlıktır…