ÖĞRETMENİN ARKASINDA KİM DURUYOR?
Bu ülkede “eğitim” denince konuşacak ve konuşması gereken on binlerce eğitimci var.
Bu durumda bu “fakire” söz düşer mi?
Düşmez... Düşmemelidir...
Ama memur konuşamayacak durumdaysa ve burası Türkiye’yse bal gibi düşer.
Yani bu memlekette “bilen” konuşamazken, bilmeyen ya da eksik bilen konuşabiliyor.
Bu ülkede eğitim; Köy Enstitüleri’nden bu yana tartışılır. Bu ülkede eğitim; geçmişin Eğitim Bakanlarından Emrullah Efendi’nin dillere pelesenk olmuş şu meşhur sözü söylediğinden bu yana tartışılır:
“Şu okullar olmasa, eğitimi ne güzel idare ederdim.”
Bu arada kendisinin çok büyük bir alim olduğu, bu sözü de şaka olarak sarfettiği söylenir.
1940’ların Sakallı Celal lakaplı bir aydını da şu çarpıcı ve şok edici ifadeyi kullanmıştır:
“Bu kadar cehalet, ancak tahsille mümkündür.”
Bu sözün eşliğinde eğitim, yine tartışılmıştır.
Bir eğitim sistemi düşünün ki; eğittiklerinden büyük bir cahil ordusu üretmekte...
Elbette bunun adına “maarif” demek mümkün değil...
Fakat “marifet” olarak tanımlamak için hiç bir engel görülmüyor.
Bütün bir tabloya baktığımızda anlaşılıyor ki; özellikle son bir asırdır, eğitimdeki sancılarımız hiç tükenmemiş...
Hatta günümüze gelinceye kadar sıkıntılar katlanarak artış göstermiş...
Üzülerek söylüyorum; sorunlar şimdi çok daha büyük...
Şunu; bilen bilmeyene, duyan duymayana söylesin:
Böyle giderse, öğretmeni kaybedeceğiz.
Ne yazık ki; bu acı gerçeği öğretmenlerin büyük bir bölümü biliyor.
Peki; sistemin kumanda masasında oturanlar da bunu biliyor mu?
Bu sorunun cevabı, şimdilik bir muamma olarak görülüyor.
Bilmiyorlarsa, başka bir ülkenin milli eğitimini mi yönetiyorlar?
Biliyorlarsa, duruma neden müdahale etmiyorlar?
Bu güne kadar; okullarda yaptığımız tiyatro gösterileri vasıtasıyla, bir çok öğretmen ve eğitimciyle konuşma fırsatı buldum.
Ancak bu görüşmelerden birinde çok ilginç bir gelişme oldu.
Öğretmen bizden, öğretmenlerin toplum önünde itibarını yeniden kazanmasını sağlayacak konuları işleyen bir tiyatro oyunu hazırlayıp, bütün Türkiye’de sergilememizi istiyordu.
Ve bu talebi dile getiren kişi, öğretmen ve eğitimcinin üyesi olduğu bir sendikanın başkanıydı.
O an daha iyi anladım ki; öğretmen yalnız, öğretmen rahatsız...
Öğretmen; öğrenci, veli, idareci ve daha üst makamların kıskacında...
Bu unsurlardan herhangi birinin olur-olmaz şikayeti veya müdahalesi sonucunda öğretmenin hayatı alt üst olabiliyor.
Tam da bu noktada sormak gerekir:
Böylesi “kaygan” bir zeminde, hangi öğretmen rahat çalışabilir ve hangi öğretmen verimli olabilir?
Eğitim verdiği öğrencisinin mesnetsiz şikayeti üzerine rahatlıkla herhangi bir cezaya çarptırılan bir öğretmen, kutsal mesleği adına hangi cesur adımları atabilir?
Nüfuzlu bir velinin telefon açarak çocuğu için yüksek not istediği bir öğretmen, bu baskı ve nahoş durum karşısında neden yalnız ve çaresiz bırakılır?
Öğretmene sadece “salla başı, al maaşı” alanını ve ucuzluğunu bırakan bir sistem, eğitimden ne bekleyebilir?
Öğretmen için hem “eğitimin neferleri, yılmaz bekçileri” diyeceksiniz, hem de ona gereken alanı ve inisiyatifi çok göreceksiniz.
Eğitimin başına geçen her idarecinin ilk işi, öğretmenin “hareket alanını” biraz daha daraltarak hayatını karartmak olacaksa vay bizim halimize!
Şimdiden geçmiş olsun.
Yanlış uygulamalarla öğretmenden alınan saygınlık iade edilmedikçe, eğitimin diğer sorunları da çözülemeyecektir.
Birileri, bu gerçeği bilmiyor olamaz.
Hiç kimse; “Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür” diyen Sakallı Celal’i haklı çıkarmak zorunda değildir. Bu beyhude çabadan vazgeçin artık!
Bayramınız mübarek olsun.