NAAŞ-I MUHTEREMLER, MUHTEŞEM VE MUHTEREM İŞLER YAPTI
Bir grup tiyatro sevdalısının bir araya gelerek kurduğu Tiyatro Alkışhane, önceki akşam ilk oyununu sergiledi.
Kültür Sarayı’nda seyirci karşısına çıkan Naaş-ı Muhteremler, uzun süredir yerli ekiplerin tiyatro yapmadığı bir dönemde ilaç gibi geldi.
Oyunda yer alanların tamamı arkadaşımız, kardeşimiz...
Kıvılcım Tiyatrosu’yla başlayan yolculukları Tiyatro Alkışhane bünyesinde başarıyla devam ediyor.
İtiraf etmek gerekirse vasat bir oyun izleme beklentisiyle salona girmiştim.
Elbette yalnız değildim.
Çünkü Alkışhane ekibi, nezaket gösterip Tiyatro Beyaz Perde ekibi olarak bizi topluca oyuna davet etmişti.
Bize de, oturup oyunu izlemek ve keyfini çıkarmak düştü.
Oyunun teknik ayrıntılarında gördüğüm eksiklik ve aksamalardan söz edecek değilim...
Zaten bazı eksiklerin olması, bir oyunun başarılı olmadığı anlamına gelmez.
Küçük ayrıntılara takılıp kalırsak tablonun güzelliğini kaçırabiliriz.
Bu memlekette hasbelkader tiyatronun hamallığını yapan biri olarak, beklentimin üzerinde bir performans izlediğimi rahatlıkla söyleyebilirim.
Tek tek oyuncuları incelediğimde oyuna katkıları gerçekten üst seviyedeydi.
Elbette tam bu noktada bütün oyuncuları kutluyorum.
Çünkü verilen emeği ve hazırlık aşamasındaki yoğunluğu biliyorum.
Ancak iki isim var ki; söz etmeden geçemeyeceğim.
Diğer arkadaşlar gücenmesin, kırılmasın.
Gücenirlerse de bu iki arkadaşlarına gücensinler.(!)
Tiyatroya ilk olarak Kıvılcım Tiyatrosu’nda başlayan ve bu anlamda elimize doğan Ercan Karataş, ziyadesiyle beni şaşırtmayı başardı.
Kendisinden vasat bir performans beklerken, harika bir oyunculuk sergileyerek akıllarda ve gönüllerde iz bıraktı.
Hiç kuşkusuz bu izden devam ederse, kalıcı olmayı başaracak.
Ayrıca bizde olduğu gibi Tiyatro Alkışhane’de de ne kadar teknik iş varsa, hepsini büyük bir özveri ve azimle başardığını görüyoruz.
Dolayısıyla hem çıtasını yükselttiği oyunculuğuyla, hem öteden beri zaten yükünü taşıdığı teknik işlerle her ekipte olması gerekli bir isim...
Ercan Karataş’ı alkışlıyor ve kutluyorum.
Bir diğer isim, tabi ki Murat Yalçıner...
Onu sadece Naaş-ı Muhteremler’de aldığı ağır rolle anlatmak yetersiz kalır.
Aslında aldığı bu risk bile, onun nasıl bir “tiyatro delisi” olduğunu anlatmaya yetiyor.
Tiyatroya Semra Şimşek’le başlayıp, Kıvılcım Tiyatrosu’yla devam ettikten sonra kendini Tiyatro Alkışhane’de bulan enteresan biri...
Bir yandan iş hayatının tüm acımasızlığını yaşarken, diğer yandan “yaşına başına bakmadan” kendini sahnede buluvermesi...
Ama iyi ki de yaşına başına bakmamış...
Bakmadığı için de Karataş gibi çıtasını yükselttiği bir oyunculuk sergiledi.
Oyunculuğun yanı sıra “sıtma görmemiş Davudi ses tonuyla” oyunun yükünü çekmeyi başardı.
Ayrıca hangi ekibin içinde olursa olsun, hep denge unsuru olmayı bildi.
İnsanlara yaklaşımı, pozitif bakış açısı, samimiyeti ve net tavırlarıyla bulunduğu ortamlara her zaman faydalı oldu.
Farklı ekiplerin kişisel çekişmelerinde bile ara bulucu adresti o...
Ve aynı Murat Yalçıner, Naaş-ı Muhteremler’de aldığı rolle Fatsa’da son tiyatro oyununu oynadı.
Ailevi nedenlerden Fatsa sayfasını kapatan Yalçıner, önümüzdeki süreçte İstanbul yolcusu...
Oyunun sonunda arkadaşlarının yaptığı sürpriz sayesinde, hasret kaldığı kızının sesini duyunca gözyaşlarına hakim olamadı.
Yalçıner, pek yakında kızına kavuşacak elbette...
Kavuşacak ama geride bıraktığı replikleri, kahkahaları, patlattığı esprileri ve tabi ki içten sıcaklığı Kültür Sarayı’nın sahnesinde hep gezinip duracak.
İnsan tarafı zaten hiç unutulmayacak.
Güle güle Murat Yalçıner...
Son olarak Naaş-ı Muhteremler ekibini yeniden kutluyor ve alkışlıyorum.
HOŞÇAKALIN